Sömürüye, savaşa ve sessizliğe karşı halklar barış için yürüdü

  • 20:06 1 Eylül 2025
  • Güncel
 
HABER MERKEZİ – Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri’nin çağrısıyla düzenlenen 1 Eylül yürüyüşlerinde, “Barış hemen şimdi” ve “Sömürüye, savaşa, sessizliğe hayır” sloganlarıyla halklar barış talebini meydanlara taşıdı. Kadınların öncülüğünde gerçekleşen eylemlerde, eşitlik, özgürlük ve halkların kardeşliği vurgusu öne çıktı.
 
1 Eylül Dünya Barış Günü’nde İzmir, Ankara ve Eskişehir'de halklar, savaşlara, sömürüye ve eşitsizliğe karşı alanlara çıktı. “Barış hemen şimdi” ve “Halkların ortak mücadelesiyle barış gelecek” mesajlarının öne çıktığı yürüyüşlerde, kadınlar en önde yer aldı; barış, eşitlik ve özgürlük talepleri sloganlarla dile getirildi.
 
İzmir
 
İzmir’deki Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri, 1 Eylül Dünya Barış Günü vesilesiyle kitlesel bir yürüyüş düzenledi. Cumhuriyet Meydanı’nda bir araya gelen siyasetçiler, sivil toplum örgütleri temsilcileri ve çok sayıda kadın, sloganlar ve şarkılar eşliğinde Gündoğdu Meydanı’na yürüdü.
 
 Yürüyüşe Türkiye İşçi Partisi (TİP), Emek Partisi (EMEP), Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), Tevgera Jinên Azad (TJA), Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) temsilcileri de katıldı.
 
Katılımcılar, yürüyüş boyunca “Biji biratiya gelan”, “Jin jiyan azadî”, “Tutsaklara özgürlük”, “Kadın yaşam özgürlük”, “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” ve “Hasta mahpuslara özgürlük” sloganlarıyla taleplerini dile getirdi.
 
Gündoğdu Meydanı’nda bir araya gelen kitle adına açıklamayı İzmir Barosu Başkanı Sefa Yılmaz ve İHD İzmir Şube Eşbakanı Türkan Hazalarslan okudu. 
 
“Bugün, insanlık tarihinin en büyük yıkımlarından birine yol açan İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı günün yıldönümünde; 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde halklar dünyanın dört bir yanında barışın, eşitliğin ve özgürlüğün sesini yükseltmek için buluşuyor. Sadece haksız savaşlarla değil; doğasız, çevresiz, işsiz, aşsız, umutsuz ve geleceksiz bırakılarak da yok edilmek istenen toplumlar için barış, en büyük kurtuluş umudu haline gelmiştir. Bugün daha iyi anlıyoruz ki barış, hiçbir sömürücü güce bırakılmayacak kadar kutsal ve hayati bir duruştur. İçinden geçtiğimiz barbarlık çağında bu gerçek, her zamankinden daha açık biçimde karşımızdadır.
 
1939’da Nazi Almanyası’nın Polonya’yı işgaliyle başlayan İkinci Dünya Savaşı, tarihin gördüğü en büyük trajedilerden biriydi. 60 milyondan fazla insan hayatını kaybetti, milyonlarcası göçe zorlandı, şehirler haritadan silindi. Savaşın ardından ‘bir daha asla’ sözü milyonların dilinde yankılandı. Ancak geçen on yıllar, bu sözün sermaye düzeninde sadece bir temenni olarak kaldığını gösterdi. 
 
Bugün de tablo değişmiş değil:
 
*Ukrayna’da emperyalist blokların çıkar çatışmaları halkları ateşe sürüklüyor.
 
*Filistin’de İsrail işgali altında yaşam hakkı yok sayılıyor.
 
*Ortadoğu’dan Afrika’ya, Latin Amerika’ya kadar halklar savaşın, darbelerin ve açlığın pençesinde kıvranıyor.
 
Bütün bu savaşların ortak paydası kapitalist sömürü düzenidir. Kapitalizm, eşitlik değil; savaş, yıkım ve sömürü üretir.
 
Her yıl dünyada silahlanmaya trilyonlarca dolar ayrılıyor. Uçaklara, tanklara, füzelere harcanan kaynaklar; açlıktan ölen milyonlarca insana, eğitimsiz bırakılan çocuklara, sağlıksız koşullarda yaşayan işçilere aktarılmıyor. Oysa Birleşmiş Milletler raporlarına göre, dünyada her gün 20 binden fazla çocuk yoksulluk ve açlık nedeniyle hayatını kaybediyor. Yalnızca birkaç günlük silahlanma harcaması, bu çocukların tümünü yaşatmaya yetebilir. Bu tablo, savaşın ve yoksulluğun ‘kader’ değil; sermaye düzeninin bilinçli tercihi olduğunu açıkça göstermektedir.
 
1 Eylül, yalnızca savaşın yıkıcı sonuçlarını hatırlama günü değildir. Aynı zamanda kapitalizmin yarattığı sömürü düzenine, emperyalist işgallere, militarizme ve her türlü baskı ile gericiliğe karşı ortak mücadele çağrısıdır.
 
Barışa ulaşmanın ya da onu korumanın, yalnızca iyi niyetli dileklerle veya saf duygularla mümkün olmadığı, içinde yaşadığımız barbarlık çağında her gün yeniden kanıtlanmaktadır. Savaş, kötü niyetli birkaç siyasetçinin kaprisi ya da film sahnelerindeki karikatürleşmiş kötülüklerden ibaret değildir. Aynı şekilde barış da, yalın bir temenni ya da soyut bir ideal değil; somut bir toplumsal ve siyasal mücadelenin ürünü olabilir.
 
Savaş üretmeyen bir kapitalizm mümkün değil
 
Bugün açıkça görülmektedir ki, savaş üretmeyen bir kapitalizm mümkün değildir. Zira kapitalizm, doğası gereği sömürüye, rekabete ve yeniden paylaşım savaşlarına dayanır. İki büyük dünya savaşından sayısız bölgesel savaşa kadar bütün kanlı deneyimler, bu düzenin barış üretemeyeceğini, aksine savaşı yeniden ve yeniden üretmek zorunda olduğunu göstermiştir. Silah tekelleri devasa kârlarını savaşlardan sağlamaktadır; emperyalist devletler enerji kaynakları ve pazarlar uğruna uluslararası hukuku ayaklar altına alarak halkların üzerine bombalar yağdırmaktadır. Bu tablo, savaşın yalnızca ‘dış politikadaki bir tercih’ değil, bizzat sermaye düzeninin devamlılığı için zorunlu bir mekanizma olduğunu kanıtlamaktadır.
 
Bugün Ortadoğu’dan Afrika’ya, Latin Amerika’dan Asya’ya, Ukrayna’dan Filistin’e, Suriye’den Sudan’a kadar milyonlarca insan savaş, işgal, açlık ve göç ile karşı karşıya bırakılmaktadır. Filistin’de halk, önce bombalarla, sonra açlık ve susuzlukla katledilmektedir. Bu durum tesadüf değil; emperyalizmin ve kapitalist tekellerin çıkarlarının doğrudan sonucudur. Dolayısıyla barışın yolu, savaş üreten düzenin teşhir edilmesinden, yani kapitalist sömürünün ve emperyalist işgallerin karşısında örgütlü ve ortak bir mücadele hattının kurulmasından geçmektedir.
 
Barış, halkların dilinde gerçek, anlamlı ve yaşatıcıdır. Ne var ki bugün dünya siyasetine yön veren güçlerin dilinde barış, çoğu zaman yalnızca bir aldatmacadır. Savaş üretenlerin, silah tekelleriyle iş tutanların, halkları açlığa ve göçe mahkûm edenlerin barıştan söz etmesi, aslında yeni bir savaşın hazırlığını gizlemekten öteye gitmez. Kapitalizmde barış, egemenler için yalnızca geçici bir nefes, çıkarlarının yeniden düzenlendiği bir mola olabilir. Oysa gerçek barış, sömürünün sona ermesiyle, halkların eşitlik, özgürlük ve kardeşlik temelinde kendi geleceklerini kurmalarıyla mümkündür.
 
Savaşın ekonomik doğası emperyalist sömürü düzenine sıkı sıkıya bağlıysa, barış mücadelesi de sadece romantik barış çağrılarıyla sınırlanamaz. Barış, işçilerin, emekçilerin, köylülerin, kadınların, gençlerin ve tüm ezilen halkların dayanışmasını büyütmek; sömürüye, baskıya, doğanın talanına ve cinsiyetçi eşitsizliklere karşı örgütlü bir direniş inşa etmekle mümkündür. Barış, sınıf mücadelesinden ve halkların özneleşmesinden ayrı düşünülemez. Açlığa, yoksulluğa, kadınların ikinci plana itilmesine ‘evet’deyip yalnızca savaşlara ‘hayır’ demek, barışın eksik ve çelişkili bir tanımıdır.
 
Türkiye’de barış talebi, yalnızca bir seçenek değil, toplumsal varlığımızın hayati bir gereğidir. Kürt meselesinde çözüm arayışı, toplumun tüm kesimlerinin katılımına açık, demokratik, şeffaf ve adil bir süreçle yürütülmelidir. Evrensel hakların tanınması, eşitlik ve özgürlük temelinde güvence altına alınan bir zemin oluşturur; ancak bu şekilde halklar birlikte, eşit ve özgür bir geleceği inşa edebilir. 
 
Barış savaşsızlık değildir
 
Barış, sadece ‘savaşsızlık’ değildir. O, emeğin hakkının teslim edildiği; işçinin insanca yaşadığı, köylünün emeğinin değer bulduğu; kadınların eşit, gençlerin umutlu olduğu; halkların kendi kaderini tayin hakkını özgürce kullanabildiği bir toplumsal düzenin adıdır. Barış, bir toplumu ayakta tutan adaletin, özgürlüğün ve eşitliğin somut karşılığıdır.
 
Barış, kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinden ayrı düşünülemez. Çünkü savaşların en ağır yükünü taşıyanlar, çoğu zaman kadınlardır. Göç yollarında parçalanan ailelerin yükünü omuzlayan, kaybolan hayatların yasını tutan, yıkılmış kentlerin enkazında kalan yine onlardır. Kadınların barış talebi, yalnızca hayatta kalma mücadelesi değildir; yaşamın her alanında eşit, özgür ve görünür olma iradesidir. Gerçek barış, ancak kadınların toplumsal yaşamın öznesi haline geldiği, karar mekanizmalarında yer aldığı, eşit yurttaşlıkla güçlendiği bir dünyada anlam bulur. Aksi halde barış, erkek egemen düzenin geçici bir suskunluğu olmaktan öteye gidemez.
 
Gençler, bugün geleceksizliğe, işsizliğe ve savaşın gölgesinde yaşamaya mahkûm edilmek isteniyor. Onlara umut yerine güvencesizlik, bilim yerine dogma, özgürlük yerine baskı dayatılıyor. Oysa gençlik, barışın en dinamik ve en yaratıcı gücüdür. Onların emeğe, bilime, sanata ve özgürlüğe açılan yollarını kapatmaya çalışan her düzen, aslında barışın düşmanıdır. Gençlerin yükselttiği itiraz, yalnızca bir öfke değil; aynı zamanda yeni bir dünyanın kurucu sesidir. Barış mücadelesinin en güçlü nefesi, gençliğin örgütlü enerjisinden ve değişim iradesinden doğar.
 
Halkların ortak yaşamı barışın en sağlam temelidir
 
Barış, yalnızca coğrafi sınırlarla veya politik anlaşmalarla sınırlı bir kavram değildir; farklı inançlara, kimliklere, kültürlere ve yaşam tarzlarına saygıyı da içerir. Etnik, dini veya kültürel ya da yönelim farklılıklar birer çatışma kaynağı değil; toplumsal zenginlik ve dayanışma zemini olarak görülmelidir. Gerçek barış, kimliği, inancı veya yönelimi ne olursa olsun her bireyin eşit haklara sahip olduğu, önyargıların, ayrımcılığın ve baskının ortadan kaldırıldığı bir toplumda mümkün olur. Halkların bir arada yaşama iradesi, farklılıkların çatışmaya değil, birlikte üretime ve ortak dayanışmaya dönüşmesi, barışın en sağlam temelidir.
 
Barış mücadelesi yalnızca meydanlarda değil; düşüncede, kültürde ve sanatta da verilir. Çünkü emperyalist ideoloji, medya ve kültürel araçlar yoluyla savaşları meşrulaştırmaya, şiddeti olağanlaştırmaya, sömürüyü görünmez kılmaya çalışmaktadır. Bu nedenle aydınların, sanatçıların, yazarların, bilim insanlarının sorumluluğu büyüktür. Bir şiir, bir şarkı, bir tiyatro oyunu ya da bir resim, tanklardan ve füzelerden daha güçlü bir barış çağrısı olabilir. Kültür ve sanat, halkların belleğini diri tutar, gerçeği görünür kılar ve barışın toplumsal zeminini inşa eder. Barışın dili, en çok sanatın özgür yaratıcılığında hayat bulur.
 
Barış doğanın yaşam hakkıyla iç içedir
 
Kapitalist düzen yalnızca savaşlarla değil, doğanın hoyratça talan edilmesiyle de insanlığa ölüm getiriyor. Enerji tekelleri, maden şirketleri ve büyük sermaye grupları kâr hırsıyla hem savaşların hem de ekolojik yıkımların kaynağıdır. Savaş alanlarında yakılan ormanlar, kirletilen nehirler, bombalanan topraklar; doğanın da insanla birlikte savaşın kurbanı olduğunu gösteriyor. Oysa barış, yalnızca silahların sustuğu bir an değil; doğayla uyumlu, sürdürülebilir, yaşamı ve tüm canlıları koruyan bir düzenin kurulmasıdır. İnsanlığın barış hakkı, doğanın yaşam hakkıyla iç içedir. Doğasız bir barış, barış değildir.
 
Bizler, emeğin, özgürlüğün ve halkların kardeşliğinin savunucuları olarak bir kez daha yineliyoruz:
 
*Emperyalist savaşlara ve işgallere hayır!
 
*NATO’ya, militarizme ve silahlanmaya hayır!
 
*Yaşasın halkların eşitliği ve kardeşliği temelinde gerçek barış!
 
Emeğin sömürülmediği, halkların özgür olduğu, kadınların eşit ve gençlerin umutlu bir geleceğe sahip olduğu; doğanın ve tüm canlıların korunduğu bir dünya için barışa evet! 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü bu duygularla anıyoruz. Kutlamıyoruz, çünkü ortada kutlanacak bir barış yoktur. Kutlamıyoruz, çünkü her dakika masum insanlar haksız savaşlarda katledilmektedir. Bu barbarlık sona ermeden 1 Eylül, ancak bir mücadele günü olarak anılacaktır.
 
Ülkemizde ve dünyada halkların eşit, özgür ve barış içinde yaşayabileceğine olan inancımızla mücadelemizi sürdürüyoruz. İnancımızı koruduğumuz sürece, er ya da geç barış kazanacak ve bizler kazanacağız.
 
Barış talebimiz hem hukuki hem de meşru
 
Unutulmamalıdır ki barış yalnızca bir özlem değil; uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış temel bir haktır. Birleşmiş Milletler Şartı’ndan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne, Helsinki Nihai Senedi’nden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne kadar pek çok metin, halkların barış hakkını açıkça tanımaktadır. Bu nedenle barış talebimiz hem hukuki hem de meşru bir haktır.
 
Bizler bu hakkı elde edinceye ve kalıcı hale getirinceye kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. Çünkü barış ertelenemez, pazarlık konusu yapılamaz ve hiçbir gücün insafına bırakılamaz bir insanlık hakkıdır.
 
Barış hemen şimdi! yaşasın barış!”
 
Ankara 
 
Ankara Emek ve Demokrasi Güçleri, 1 Eylül Dünya Barış Günü için Kolej Metrosu önünde bir araya geldi. “Söyleyecek Sözümüz, Barışı Getirecek Gücümüz Var” ve “Barış Hemen Şimdi” pankartları arkasında kortej oluşturan kurumların yürüyüşünde en önde kadınlar yer aldı. Yürüyüşte, “Biji aşitî, biji azadî”, “Türk Kürt Ermeni Yaşasın Halkların Kardeşliği”, “Yaşasın Sosyalist Ortadoğu”, “Demokratik Toplum için Barışa Ses Ver”, “Barış ve Demokratik Bir Toplumda Israr Edeceğiz”, “Zimanê me hebûna me ye” pankartları taşındı.
"Türkiye'nin dört bir yanında kadınlar olarak yine sokaklardayız. Çünkü söyleyecek sözümüz, değiştirecek gücümüz var." Yanı sıra yürüyüşte yaşamını yitiren Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İmralı Heyeti Üyesi Sırrı Süreyya Önder, gazeteciler Cihan Bilgin ve Nazım Daştan da anılarak “Sırrı’ya sözümüz barış olacak” sloganı atıldı.
 
‘Soykırıma sessiz kalmıyoruz’
 
Yürüyüşü tamamlayan kitle, Sakarya Meydanı’na gelerek burada basın açıklaması gerçekleştirdi. Öncelikle Ankara Kadın Platformu adına ortak basın metnini Sinejan Kurt okudu. Emperyalist savaşlara ve soykırım politikalarına sessiz kalmayacaklarını belirten Sinejan Kurt, “İsrail'in Filistin halkına yönelik soykırımı tüm dünyanın gözü önünde sürüyor. Hastaneler bombalanmaya, kadınlar ve çocuklar katledilmeye devam ederken, uluslararası yardımların engellendiği Gazze'de halk açlık, sürgün ve saldırı altında hayatta kalma savaşı veriyor. ABD'den aldığı destek ile Gazze'yi adım adım işgal eden İsrail'e karşı Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ortadoğu’da daha fazla kan, yıkım ve çatışma görmek istemediğini söylerken; lojistik, ekonomik ve siyasi destek vermeye, katliamın ortağı olmaya ise devam ediyor. Biz kadınlar, iktidarın bu iki yüzlü tutumunu çok iyi biliyoruz” dedi.
 
‘Halkların eşitliği ve özgürlüğü için sokaktayız’
 
Kadın katliamlarına ve şiddete de değinen Sinejan Kurt şöyle devam etti: “Bugün tüm dünyada otoriter rejimler eliyle baskı, şiddet ve demokratik haklara yönelik saldırılar artarken; biz kadınlar, haklarımıza ve geleceğimize sahip çıktığımız gibi barış umudumuz için de mücadele ediyoruz. Dün Êzidî kadınlara yaşatılanlardan bildiğimiz IŞİD karanlığı, bugün Suriye rejiminin desteklediği cihatçı çeteler eliyle Alevi ve Dürzilere yönelik mezhepçi katliamlar olarak sürüyor. Türkiye ve bölgede barış ve demokratik çözümün sesini yükseltmek için, halkların eşit, özgür birliği için sokaklardayız. Suriye'de, Gazze'de, İran'da, Türkiye'de eşitlik ve özgürlük mücadelesi veren tüm kadınları selamlıyoruz.”
 
‘Barış halkların ortak mücadelesiyle gelecek’
 
“Barış sadece silahların susması ile değil; eşit, özgür bir yaşamla mümkün olacak” diyen Sinejan Kurt sözlerini şöyle sürdürdü: “Kürt sorununun demokratik haklar ve eşit yurttaşlık temelinde çözümü, kalıcı bir barış iktidarın lütfuyla değil, halkların ortak mücadelesiyle gelecektir. Barışın kalıcı hale gelmesi için atılacak adımlar çok açıktır: Sınır ötesi harekâtlara ve savaş politikalarına son verilmesi, siyasi faaliyetlerinden dolayı cezaevinde tutulan tüm tutsakların serbest bırakılması, Terörle Mücadele Kanunu’nun kaldırılması, dil, kimlik ve inanç özgürlüğünün yasal güvenceye alınması halkların ortak barış talebidir.
 
Savaşın yıkıcılığını en ağır şekilde yaşayan biz kadınlar, bu taleplerin hayata geçmesi için mücadele etmeye; dün olduğu gibi bugün de barışın sesini en önde yükseltmeye devam edeceğiz.”
 
 
‘Barış hemen şimdi diyoruz’
 
Ardından Emek ve Demokrasi Güçleri adına ortak metni Yeşil Sol Parti Ankara İl Sözcüsü Aydın Şimşek okudu. “12 Eylül faşizminin ağır zulmü ile başlayan, sonuçları bir hayli ağır olan 41 yıllık savaşın sona erdirilmesi için ortaya konan bir irade var” diyen Aydın Şimşek şöyle konuştu: “Müzakereler devam ediyor. Halkların barış, demokrasi ve özgürlük talebinin gerçekleşeceği; cezaevleri başta olmak üzere ağır hak ihlallerinin sonlandırılacağı, taleplerimizin her alanda vereceğimiz mücadeleyle gerçekleşeceği ve yasal düzenlemelerle güvenceye alınmasının bilinci ve umuduyla: ‘Barış hemen şimdi’ diyoruz.”
 
‘Nazım ve Cihan için de barış istiyoruz’
 
Konuşmasının devamında Aydın Şimşek şu ifadeleri kullandı: “Ortadoğu’da savaş sürdükçe Türkiye’deki barış kalıcı olamaz. Ne Suriye’de, ne İran’da, ne Kürdistan’da ne de Filistin’de savaş istemiyoruz. Ortadoğu halkları kardeştir; sınırların ötesindeki barış da bizimdir. Suriye’de, Filistin’de, İran’da, Ukrayna’da insanlar ölüyor, öldürülüyor, göçe zorlanıyor. Suriye’de Aleviler, Dürziler katlediliyor. Bizden susmamızı istiyorlar ama susmayacağız. Biz biliyoruz: barışı istemeyenler, savaşlardan beslenenlerdir.
 
Emperyalizme karşı yaşasın halkların dayanışması!
 
Savaş değil, adalet istiyoruz!
 
Savaş değil, özgürlük ve demokrasi istiyoruz!
 
Savaş değil, eşitlik istiyoruz!
 
Hayatlarını barış için kaybeden Sırrı Süreyya Önder, Nazım Daştan ve Cihan Bilgin için de barış istiyoruz.”
 
Toplumsal barışın yolu açılsın
 
Barış, sadece silahların susturulması değil; adaletin, eşitliğin ve demokratik hakların, özetle temel hak ve özgürlüklerin istisnasız ve ayırımsız hayata geçirilmesidir.
 
Türkiye’de barışın önündeki en büyük engel, Kürt sorunundaki inkâr ve baskı politikalarıdır. Türkiye’nin barışı, Kürt halkıyla barışmaktan geçer.
 
Neredeyse toplumsal muhalefetin merkezine dönüşen cezaevlerindeki ağır ihlaller son bulmadan, ağır hasta tutsaklar serbest bırakılmadan, siyasi tutsakların özgürlüğü geri verilmeden, kuyu tipi ‘yüksek güvenlikli’ hapishaneler kapatılmadan, Terörle Mücadele Yasası kaldırılmadan, bütün bir ceza ve infaz sistemi insan onuruna yakışır bir şekilde düzenlenmeden kalıcı bir barış sağlanamaz.
 
Demokratik bir toplumda kalıcı barışın tesisi ancak temel hak ve özgürlüklerin tam anlamıyla güvence altına alınmasıyla mümkündür.
Biz Ankara Emek ve Demokrasi Güçleri olarak buradan sesleniyoruz: Gelinsin, konuşulsun, müzakere edilsin. Savaş politikaları son bulsun, toplumsal barışın yolu açılsın. Barış Meclis’te de, sokakta da, okulda da kurulsun.”
 
‘Barış için devasa adımlar atıldı’
 
Ardından DEM Parti Milletvekili Sevilay Çelenk söz aldı. Sevilay Çelenk, dünyadaki tüm krizlerin çözüm yolunun barış zemininden geçtiğini belirterek şunları söyledi: “Bu ülkedeki çatışmalı süreç içinde hiç denenmemiş bazı adımlar oldu. Daha önceden elbette ki barış süreçleri hep diri tutuldu, hep mücadele edildi. Hiç vazgeçilmedi ama bugün başka bir aşamadayız.
 
Bugün, PKK'nin lideri Abdullah Öcalan'ın çağrısı ile kendini fesh etmesi, sembolik biçimde bir silah imha töreni gerçekleştirmesi ve TBMM çatısı altında bir komisyon kurulması bu tarihsel ilklerdendir. Ve bunları korumak gerekiyor. Bunlar gerçekten ilk adımlar olarak devasa adımlardır.
 
Fakat baktığımız zaman bu devasa adımlara denk düşen bir heyecanı çok da fazla göremiyoruz. Bir yandan da paradoksal bir şey var: Topluma uygulanan anketlerde çok yüksek oranda bu barış sürecinin sahiplenildiğini görüyoruz, direnç noktalarının kırıldığını görüyoruz. Ancak heyecan biraz gölgeleniyor ve daha o adımlara denk düşen bir heyecan canlandırılamıyor.”
 
‘Hepimiz bu umuda asılmalıyız’
 
Sevilay Çelenk konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bu neden böyle? Çünkü bu ülkeye barış getirme umudunu vaat eden iktidar, buna denk düşen adımları atmıyor. Onun için de biz hâlâ bu kuyu tipi hapishanelerden, rehine siyasetinden söz ediyoruz. Yakılan tahliyelerden söz ediyoruz. Bunlar varken barışa dönük adımlara güven duyulmasında bir sıkıntı ortaya çıkıyor. Bu güveni aşındıran bir etkisi oluyor. Dolayısıyla iktidarın; bu inançları, kültürleri, kimlikleri baskılayan, farklı yaşam tarzlarını bastıran uygulamaları sona erdirilmelidir.
 
Biz bu Barış Günü'nde bunu talep ediyoruz. Savaş mı var deniyor mesela… Ne barışı deniyor. Oysa ki baktığımız zaman belki bir çatışma hali görmüyoruz. Ama 16 yıllık kısacık ömrünün 8 yılını sanayide geçiren ve orada bir yaşam savaşı veren çocukları görüyoruz. Defalarca koruma istediği, uzaklaştırma kararı aldırdığı halde korunamayan kadınların yaşam savaşını görüyoruz. LGBTİ+'ların yaşam savaşını görüyoruz. Emeklilerin, emekçilerin, bütün ezilen kesimlerin savaşını görüyoruz.
 
Bu çatışma hali bu toplumda sona ermeli. Ve bu ancak bugünkü bu tarihten kırılma noktasında, hepimizin bu umuda asılarak, buna kıymet vererek ve bunun için mücadele ederek gerçekleştirebileceği bir şeydir. Barış yukarıdan aşağıya inşa edilemez. Biz sahiplendiğimizde inşa edilir. Biz ona sesimizi ve heyecanımızı kattığımızda barış mümkün olur.  Biz bu barışı mümkün kılacağız.”
 
Eskişehir 
 
Eskişehir Emek ve Demokrasi Platformu, 1 Eylül Dünya Barış Günü kapsamında Köprübaşı’ndan Ulus Anıtı’na yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüşte “Demokratik toplum için barışa ses ver” ve “Bölgede barış, ülkede demokrasi” yazılı dövizler taşınırken, “Bê ziman jiyan nabe” ve “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganları atıldı.
 
Ulus Anıtı’nda Platform adına açıklamayı Hüseyin Öztürk yaptı.