‘Orta Doğu'da güç dengeleri değişiyor’
- 09:01 13 Ocak 2025
- Güncel
Ayşe Gökkan
ANKARA - “Barışı kazanmak, demokrasiyi inşa etmek, cinsiyet eşitliğini, özgür yaşamı kurmak, insanın sömürüsüne ve doğanın talanına son vermek için, büyük risklerde barındıran tarihin bu aralığını iyi değerlendirmeliyiz” diyen tutsak DEM Parti Eş Genel Başkanı Yardımcısı Sevtap Akdağ, demokrasi olmadan bir sürecin ilerleyemeyeceğine dikkat çekti.
30 Kasım 2024’te Ankara merkezli soruşturma kapsamında tutuklanarak Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’ne gönderilen DEM Parti Emek Komisyonu'ndan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Sevtap Akdağ, aynı cezaevinde tutulan JINNEWS gönüllü muhabiri Ayşe Gökkan’ın sorularını yanıtladı.
Ayşe Gökkan bu söyleşi için, “Her gün kadının tutsak edildiği bu rejimde zulümxanelerde direniş akışkanlıklarını buradan sürdürmek aralıksız mücadelenin parçasıdır. Dışarı çıkanlar ‘Kaldığımız yerden devam’ derler. Bizde ‘dışarıdan devamla’ yaşamın akışkanlığını, yaşamın inşacıları olarak yol alıyoruz. JİNNEWS’ e gönüllü muhabirlikte ‘Dışarıdan devamla’ akışkanlığın bir devamı” dedi.
“Küresel güç merkezlerinin paylaşım savaşlarının en kanlı arenası Orta Doğu olmuştur. Şu an Ortadoğu'da güç dengeleri ciddi değişimlere uğruyor, statükolar devriliyor.”
*On yıllardır kadın, insan hakları, sosyalist mücadele, sendikal çalışmalar ve siyasi partilerde örgütlü mücadele verdiniz ve tutsak edildiniz. Öncelikle Orta Doğu, Kürdistan ve Türkiye’de çok hızlı gelişen gelişmelere tanık oluyoruz. Kürdistan, Türkiyeli dinamiklerle ortak mücadele yürütüyorsunuz. Orta Doğu’nun parçası olan Kürdistan ve Türkiye’deki gelişmeleri, İmralı görüşmelerini politik okumasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Orta Doğu’da, tüm Kürdistan coğrafyasında ve Türkiye’de oldukça ciddi, dikkatle takip edilmesi gereken gelişmeler yaşanıyor. Orta Doğu’da güç dengeleri ciddi değişimlere uğruyor, statükolar devriliyor. Küresel güç merkezlerinin paylaşım savaşlarının en kanlı arenası hep Orta Doğu olagelmiştir. Ama içinden geçtiğimiz süreci, 89’da Sovyetler Birliği’nin yıkılması sonrasında bölgede İran- Irak savaşı, Irak’a ABD müdahalesi, ‘Arap baharı’ isyanlarına müdahale, Rojava’nın inşası, bölgeye Çin’in ayak basması vs. gelişmelerin yeni sarsıcı bir etabı olarak okumak gerekir. Son yaşananlar ABD’nin başını çektiği batılı güçlerin İsrail’in çıkarlarını (ve elbette onun üzerinden kendi çıkarlarını) öne alan bir bölgesel dizayn hamlesi. Bu hamle tüm bölge devletlerinin konumunu gözden geçirmesini gerektiriyor. Hepsinin, en çok da İran ve Türkiye’nin ayağının altındaki taşların kayma ihtimali var. Özellikle iç siyasi ve ekonomik, toplumsal sorunlarla sarsılıyor olmaları bunda en önemli etken. Dört bölge ülkesinde önemli bir toplumsallığa ve örgütlülüğe sahip olan Kürt halkının hakları, talepleri de bu sürecin şekillenmesinde başat faktörlerden biri olacaktır.
O nedenle, yıllardır Kürt halkının dilini, kimliğini, iradesini tanımayan, çöktürme planıyla on binlerce siyasetçiyi cezaevine yollayan, kadınların kazanımlarına göz diken, gençleri geleceksiz ve umutsuz bırakan, emekçileri açlığa, sefalete sürükleyen bu rejim şimdi kendi bekası için ‘iç tahkimatı’ sağlamlaştırmak, ‘terörü bitirmek’ gibi savlarla yeni bir süreç başlatıyorum diyor. tek kelime demokrasi lafı etmeden, kadınların, halkların haklarından bahsetmezken… Kayyımlar sürerken, demokrasi, insan hakları, kadınların eşitliği, özgürlüğü diyen, Kürt sorununun demokratik çözümü diyen, emeğin halkları diyen binlerce insan gözaltına alınıp tutuklanırken… Barış diyenler ‘terörist’ ilan edilirken, cezaevleri cezaevlerine dönüştürülmüşken…
‘Demokratikleşmeden Kürt sorunu çözülemez’
Elbette böyle olmaz. Böyle demokratikleşilmez. Demokratikleşmeden de Kürt sorunu çözülemez. O nedenle burada yük yine bizlerin, emekten, barıştan, demokrasiden yana olan tüm toplumsal ve siyasal güçlerin, dinamiklerin omuzlarında. Barışı kazanmak, demokrasiyi inşa etmek, cinsiyet eşitliğini, özgür yaşamı kurmak, insanın sömürüsüne ve doğanın talanına son vermek için, büyük risklerde barındıran tarihin bu aralığını iyi değerlendirmeliyiz.
“Barış diyen Kürt halkı mücadelesinde simgeleşmiş politik kadınlar devletlerarası veya devlet içinde paramiliter güçlerce katlediliyor.”
* Savaş ve şiddete karşı mücadele eden kadınlara yönelik baskılar, saldırılar sürdürülüyor, kadınlar tutsak ediliyor. Yine uluslararası paramiliter güçler eliyle katledilen üç kadın… Kadına yönelik bu saldırı ve katliamları, jenositi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu rejimin ideolojik yapıştırıcısı savaş ve onun üzerinden yükseltilen milliyetçi, şovenist dalga, şiddetin örgütlenmesi tepeden aşağı tüm toplumu kuşatıyor. Gündelik hayatın bütün veçheleri bile şiddet yüklü. Yukarıdan aşağı örülmüş olan bu şiddet hiyerarşisinin ilk hedefi her toplumsal kesim içinde kadınlar oluyor. Günlük hayatta ‘hayır’ diyen kadın şiddete ve katliama uğrarken, siyasal toplumsal mücadele de durum aynı. ‘Barış diyen, şiddete hayır diyen, eşitlik ve özgür yaşamak Kürt halkının da kadınların da hakkıdır’ diyen kadınlar, sömürü olmasın emek hakkını alsın diyen kadınlar tutuklanıyor, yıllarca zindana atılıyor. Bu mücadelelerde simgeleşmiş politik kadınlar devletlerarası veya devlet içinde paramiliter güçlerce katlediliyor. Politik mesajlarda yine kadın bedenleri, hayatları üzerinden veriliyor. Halkların, kadınların örgütlülüğü üzerinde yükselen bir demokrasi, barış kazanılamadığı sürece tarihsel kökleri olan döngü değişmez. Gündelik yaşam da failler ‘iyi hal indirimi’ alırken, politik arenada fail ‘meçhul’ kalır. Erkek egemenliğinin, erkek devlet örgütlenmesinin karşısında yükselttiğimiz kadın mücadelesi bu kodları deşifre ettiği için daha da tehlikeli bulunuyor bu erkekler için. Otoriterlik, savaş politikası ne kadar öndeyse bu otorite sarsıcı, deşifre edici kararlılık o denli hedefleri oluyor.
“Bulunduğumuz her yer mücadele alanı, bu değişmez bir gerçek. Ama ulaşamamak, dokunamamak, birlikte eyleyememek hepimiz için önemli bir tecrit.”
*İki aya yakındır tutuklusunuz. Tutsaklığın en yoğun olarak hissedilen yanları nelerdir?
Her birimizin deneyimlemesi açısından, buradaki duygularımız hem kolektif hem de biricik. En çok, birlikte mücadele ettiğim kadınların, arkadaşlarımın yanlarında olamamak zor geliyor. Hayatın akışından tam anlamıyla haberdar olamamak (haber alma kısıtlılığı nedeniyle) önemli bir sınırlama. Bulunduğumuz her yer mücadele alanı, bu değişmez bir gerçek. Ama ulaşamamak, dokunamamak, birlikte eyleyememek hepimiz için önemli bir tecrit.
“Dün olan hakkınız bugün elinizden alınabiliyor. Devlet kendinde bu hakkı görerek yaklaşıyor. Sınırsız ve sorumsuz bir muamele yaşanıyor cezaevlerinde.”
*’Zulümxane’de dayatılan zorlukları, keyfi uygulamaları, yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz de mahpushane sadece sizi duvarların içine hapseden bir şey değil, insan olmaktan kaynaklanan tüm haklarınız üzerinden sınırsız ve sorumsuz bir kısıtlamayı, engellemeyi devletin kendinde hak görme hali. Dün olan hakkınız bugün elinizden alınabiliyor. Bugün kantinden alabildiğimiz şeyi, yarın almamız yasaklanabiliyor. Bunlar vaka-i adiyeden. Sağlığa ulaşma hakkınız, sevk, telefon hakkınız hiçbiri muaf değil. Bu konudaki en büyük sorun gözlem kurullarına verilmiş sınırsız ve sorumsuz yetki tabi. Şu an yüzlerce 30 yılı aşan arkadaşımız üstelik çoğu ciddi sağlık sorunları yaşarken bu kurulların keyfi değerlendirmeleriyle içerde tutuluyor.
“Duvarları aşan ‘Jin jiyan azadî’ anlayışımız, mücadelemiz birbirimize güç veriyor, zihinlerimiz tecridi kırıyor.”
* Tutsaklar zorluk ve sorunlarla yani tecritle nasıl baş ediyorlar? Tecrit altındaki süreci kolaylaştıran farklar nelerdir?
Bütün engellemelere rağmen burada yaşam alabildiğince kolektif, alabildiğince dayanışmacı. Dışarıdan tecrit edilmeye karşı ise, bulduğu iğne deliğinden geçerek dışarıdaki mücadeleden haberdar olan, katkısını sunan aynı kalp atışına sahip. İçerde komünal yaşamı inşa eden, direnişçi, dayanışmacı ve öz disiplini olan bir yaşam tarzı var. Burada kadınların sesi duvarları aşarak birbirine ulaşıyor. Gün boyu yükselttiğimiz seslerle birbirimizin derdine, sevincine ortak oluyoruz.
“Hem rejimin her açıdan sıkışmışlığını, hem de bu coğrafya da tüm taşların yerinden oynamaya başladığını görerek tüm toplumsal dinamikleri yan yana getirmek ortak hedefler doğrultusunda mücadeleyi birlikte yürütme zamanıdır.”
*Son olarak başta kadınlar olmak üzere buradan vermek istediğiniz mesaj ne olur?
Evet, içinde yaşadığımız coğrafyada her açıdan baş döndürücü gelişmeler yaşanıyor. Bizlerin yanı sıra emekten, barıştan, demokrasiden, eşitlikten ve özgürlükten yana olan, bunun için mücadele yürütenlerin bu süreçleri doğru okuması halklardan, kadınlardan, emekçilerden yana kazanımlara dönüştürmek için yan yana gelmesi ve ortak mücadele zeminlerini güçlendirmesi, toplumsallaştırması gerekiyor. En geniş toplum kesimlerinin bu mücadelenin bir parçası kılınması gerekiyor.
Kadın mücadelesi, on yıllardır yoksulluğun, adaletsizliğin, şiddetin, hukuksuzluğun, baskının, yaşamlarımızı kuşattığı, kastettiği koşullarda kazanımlarına sahip olmak için sokakları terk etmedi. Savaş siyasetine, yok etme ve yok sayma siyasetine sessiz kalmadı. Kadınlar birbirinin ellerini bırakmadı. Bu haliyle tüm toplumsal mücadele dinamiklerine örnek oldular. Ama haklarımıza ve hayatlarımıza kasteden rejimi değiştirmeye, demokratik bir dönüşümü gerçekleştirmeye yetmedi yetmez de.
‘En büyük umudum kadınlarda’
Şimdi hem rejimin her açıdan sıkışmışlığını, hem de bu coğrafyada tüm taşların yerinden oynamaya başladığını görerek tüm toplumsal dinamikleri yan yana getirmek ortak hedefler doğrultusunda mücadeleyi birlikte yürütme zamanıdır. Barışı, demokrasiyi, adaleti ve refahı bir arada inşa etmeyi hedefleyerek. Bu konuda en büyük umudum kadınlarda, kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesini büyüten kız kardeşlerimdedir. Her birini ayrı ayrı kucaklıyor, yolunuz açık olsun diyorum.