
‘Barış istiyorlarsa acilen adım atmalılar’
- 09:01 22 Haziran 2025
- Güncel
Neslihan Kardaş
BÊDLİS - Yıllarca barış mücadelesi veren ve çatışmalı süreçte kızını kaybeden Gülperi İlbasan, herkesin elini taşın altına koyması gerektiğini vurgulayarak, “Bizler atacağımız adımları zaten attık. Kendimize inanıyoruz. Onların ise barbarlıkları devam ediyor. Onlar da barış istiyorsa, acilen adımlar atılmalı” dedi.
Kürt halkı, yıllardır iktidarın inkâr, imha ve asimilasyon politikalarına maruz kaldı. Yıllar boyu süren savaş ve çatışmalı süreçte ise sayısız kayıp verdi. Kendi dilini konuşmak, kendi kültürüyle, kendi topraklarında yaşamak istedi. Yaşanan çatışmalı süreçte büyük acılar yaşayan halk, şimdi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı etrafında kenetleniyor. Barış taleplerini daha güçlü ve daha ısrarlı bir şekilde haykırıyor.
Gülperi İlbasan; yıllarca mücadele eden bir Kürt kadını. Barışı haykırdı, kendi haklarını savundu, kimliğini korumak istedi. Bunun karşılığında ise defalarca gözaltına alındı, birçok acı çekti ve tüm bunların üzerine çatışmalı süreçte kızını kaybetti.
Kızı Naciye İlbasan, henüz küçük yaşta ailesinin İstanbul’a taşınmasıyla doğduğu yer olan Têtwan’dan çıkar. Çocukluğunun büyük çoğunluğu İstanbul’da geçen Naciye, Kürt halkına yönelik politikaları büyüdükçe görür ve fark eder. Halka yaşatılan acılara, zulme dayanamayan ve kurtuluşu PKK saflarında gören Naciye, 2001 yılında PKK’ye katılır. Yıllarca büyük mücadeleler veren Naciye, 2017 yılında Dêrsim’de yaşanan bir çatışmada yaşamını yitirir.
Yıllarca mücadele içerisinde olan Gülperi İlbasan, yaşadığı acı ve zulme rağmen barış talebinde ısrarcıdır ve herkesin elini taşın altına koyması gerektiğini söyler.
‘Bu hareketin ne olduğunu henüz bilmiyorduk’
PKK ile ilk tanıştığı dönemi anlatan Gülperi İlbasan, “Apocu” denilen yeni bir parti isminin halk arasında dolaştığını söyledi. Bu hareketin ne olduğunu henüz bilmediklerini belirten Gülperi İlbasan, “Daha onlardan yeni bahsedilen dönemlerde Têtwan’da bazı lojmanlar vardı. Dışı taş olmayan tek evler onlardı. Bir gün o lojmanların yanından geçerken ‘Apocular’a ilişkin duvarlara yazı yazıldığını gördüm. Tam o sıra kapıdan bir kadın çıktı ve bu yazıdan ne anladığımızı sordu. Ben tam olarak anlayamamıştım ama o kadın benden daha bilgiliydi. Çünkü onun kardeşi Ankara’da Abdullah Öcalan ile birlikte okul okuyordu” dedi.
‘Gün geçtikçe daha da güçleniyordu’
Yavaş yavaş PKK’ye karşı bir meraklarının uyandığını dile getiren Gülperi İlbasan, artık PKK’ye dair haberleri takip ettiklerini ifade etti. “Neler oluyor, ne yapıyorlar” diye takip ediyorduk haberlerden. Bir süre sonra ise biz Têtwan’dan İstanbul’a taşındık. Sonrasında öğrendik ki PKK diye bir parti kurulmuş. Tabii henüz tam olarak ne olduğunu bilmiyorduk ama kendi dilleri için, halkın yaşadığı zulme karşı kurulan bir parti olduğunu öğrendik. Böyle olduğunu öğrenince biz de onları destekledik. Zaman geçtikçe bazen Têtwan’a gelip gidiyordum. Bu süre içerisinde daha da büyümüş, güçlenmişti. Zamanla eylemler yapılmaya başlandı. Gün geçtikçe daha da güçleniyordu, önderi belliydi. Ondan sonra bizler de ayaklandık. Bir yerde eylem, miting olduğunda bizler de katılıyorduk artık. ‘Ne olursa olsun gideceğiz’ diyorduk” şeklinde konuştu.
‘Zulüm çoktu ama…’
O dönemlerde her şeyin çok zor olduğunu hatırlatan Gülperi İlbasan, “İnsanlar konuşmaya bile korkar hale gelmişti. Bir mitingde keskin nişancılar binaların üzerine çıkmış, her an müdahale edebilmek için namlularını kitleye doğru çevirmişti. Zulüm çoktu ama gün geçtikçe anneler daha da hırslanıyordu, ayaklanıyordu ve çocuklarına çeper oluyordu. Biz her zaman ‘savaş artık yeter’ diyorduk, derdimizi anlatıyorduk. Ama devlet bizim derdimizi dinlemiyordu. Barbarlıkları, linçleri, gözaltılar hep devam etti. Ben dört defa gözaltına alındım” diyerek yaşadıklarından söz etti.
‘Ne mutlu Türküm diyene’ demeye mecbur muyum?’
Gülperi İlbasan, kızı Naciye’yi anlatırken, şu ifadeleri kullandı: “Têtwan’dan taşındığımızda, yaşamını yitiren kızım henüz 4 yaşındaydı. Benim beşinci çocuğumdu. O zaman bahçemizdeki elma ağaçlarını yeni dikmiştik. O da her gün gidip bahçedeki bir ağacı suluyordu. Biz de dedik ki artık o elma ağacı onun olsun. Biz İstanbul’a taşındığımızda orada okula kaydını yaptık. O çok farklı bir çocuktu. Gittiğimiz bir veli toplantısında öğretmeni beni çağırdı ve hiçbir çocuktan değil ama benim kızımdan korktuğunu söyledi. Onun farklı şeylerden bahsettiğini söylüyordu. Öğretmenine ‘Ben “Ne mutlu Türküm diyene” demeye mecbur muyum?’ diye soruyormuş. Daha çok küçükken, 1 Eylül için okullarına yakın bir yere bir afiş asılıyor ve o da onu söküp okula götürüyor ve “Kürdistan kuruluyor” diyor arkadaşlarına. O dönemler Kürtçe televizyon kanalları da yoktu. Böyle şeyleri nereden öğrendiğini biz de anlamıyorduk.”
‘Newroz için Amed’e gitti’
Kızının büyüdükten sonra PKK’ye katılmak istediğini kendisiyle paylaştığını anlatan Gülperi İlbasan, o günleri şöyle anlattı: “17-18 yaşlarındaydı. Bir gün ‘Anne, sana bir şey söyleyeceğim ama kimseye söyleme’ dedi. Gitmek istediğini ve yapıp yapamayacağını görmek istediğini söyledi. ‘Eğer yapabilirsem ben gelmem, ama sen yine de kimseye söyleme, senin de başın belaya girmesin’ dedi. Bu söylemi üzerine ben babasına bile söylemedim. Tüm aileden gizledim. O zaman teknoloji böyle gelişmemişti ve telefonlar yoktu. Eşim sorduğunda ise Mersin’e ablasının yanına gönderdiğimi söyledim. Aradan 3 ay geçtikten sonra geldi. Newroz için Amed’e gideceğini söyledi. Ben gitmesini her ne kadar istemesem de kalmaya ikna edemedim.”
‘Çocuklarımız bu kirli politikaya karşı dayanamadı’
Gülperi İlbasan, aradan zaman geçmesine rağmen Naciye’nin dönmediğini anlatırken, o dönem içinde bir sıkıntı olduğunu, fakat bunu kimseyle paylaşamadığını belirtti. Kızının PKK’ye katıldığını, kızının bir arkadaşının eve gelip haber vermesiyle öğrendiğini söyleyen Gülperi İlbasan, “Ben o gün nasıl geçti, nasıl akşam oldu, hiçbir şey anlamadım. Akşam olmuştu… Ben pencerenin önünde oturuyordum. Eşim eve geldi ve teybe bir kaset taktı. Daha o hiçbir şey bilmiyordu. Eşime de durumu anlattım. Bizler zamanla alıştık artık. Ben kızımla gurur duyuyorum ve başımız her zaman dik. Ben de bütün arkadaşlarım gibi daha güçlü olmaya çalıştım. Tabii ki acı her zaman var ama başımız dik. Ben kızımla gurur duyuyorum. Biz de zulme, zora karşı başkaldırdık. Çocuklarımız yürütülen bu kirli politikaya karşı dayanamadılar” dedi.
‘Devletin dehşeti daha da artıyordu’
Kızının gitmeden önce konfeksiyonda çalıştığını dile getiren Gülperi İlbasan, kızının bir süre sonra işinden ayrıldığını söyleyerek, “İşinden neden ayrıldığını sorduğumda bana: ‘Akşama kadar “Ölürüm Türkiye’m” şarkısı dinletiliyor bize. Buna nasıl dayanalım?’ dedi. Kimse bu çocukların neden gittiğini sormasın. Onlar bizim gibi değillerdi. Daha filizdiler, her şeyi biliyorlardı. Her yeri dolaştılar ve devletin zorunu, zulmünü gördüler. Buna karşı da çıkıp gittiler. Her geçen gün devletin dehşeti daha da artıyordu. Bunlara karşı bizim çocuklarımızın da tahammülü kalmadı” diye belirtti.
‘Cenazemizi defnetmişlerdi’
2017 yılında kızının Dêrsim’de çıkan bir çatışmada hayatını kaybettiğini hatırlatan Gülperi İlbasan, “Kızım Dersim’de şehit düşmüştü, benim haberim yoktu. Onunla beraber başka bir arkadaşı daha yaşamını yitirmişti. O arkadaşının annesi, kızının cenazesini teşhis etmek için gittiğinde, ilk olarak benim kızıma bakıyor. Kızımı görünce tanıyor. Demek ki daha önce kızım onların evine gitmişti. Ama biz o aileyi hiç tanımıyorduk. O zaman olağanüstü hal olduğu için bizim haberimizin olmadığını tahmin ediyorlar. Onlar şehit düştüğünde ihbar sonucu yerleri tespit ediliyor. Kızımı tanıyan aile bize ulaştıktan sonra biz de oraya gittik. Bize neden geç geldiğimizi ve nereden haberimiz olduğunu sordular ve cenazemizi defnettiklerini söylediler” dedi.
‘Çocuklarımızı devlet gönderdi’
Kendilerine haber verilmeden kızlarının defnedildiğini öğrendikten sonra, kızlarını teşhis etmek için kendilerine fotoğraflar gösterildiğini ifade eden Gülperi İlbasan, “Yüzleri ve vücutları çizilmiş haldeydi. Ben de artık daha fazla fotoğraf göstermeye gerek olmadığını, kızımı tanıdığımı söyledim. Ve onlara yaşattıkları dehşetin hiçbir yerde olmadığını söyledim. Ardından DNA testi yaptık ve tespit için her pazartesi günü onları aramamızı söylediler. Sonra geri döndük. Bir ay sonra cenazenin bize ait olduğu netleşti ve tekrar gidip cenazemizi aldık. Oradaki polisler, ‘Siz İstanbul’da yaşıyorsunuz, neden çocuklarınız dağa çıkıyor?’ diye sordu. Ben de ‘Bizim çocuklarımızı devlet gönderdi’ dedim. Bize yaşatılan her türlü zulmün farkında olduklarını söyledim. Onlara ‘Sizin de diliniz yasak olsa, kendi dilinizi konuşamazsanız ve bunca zulüm görürseniz siz ne yaparsınız?’ diye sordum. Bana cevap vermediler. Ardından cenazemizi aldık, yeniden yıkadık ve getirip defnettik” dedi.
‘Kürt çocuklarına yaşatmadıkları şey kalmadı’
Süreç bu aşamaya gelene kadar çok fazla zulüm gördüklerine dikkat çeken Gülperi İlbasan, bu nedenle artık devlete güvenemediklerini vurgulayarak, “Evet, bazı şeyler söyleniyor ama atılan bir adım yok. Madem onlar da barış istiyor, onlar da bir adım atsın. Onlardan da çok kişi öldü. Onlar para için savaşıyorlardı ama biz, kendi toprağımız, yakılan köylerimiz, gençlerimiz için mücadele ediyorduk. Onların askerleri öldüğünde, en azından cenazelerini aldılar. Bizim ise çocuklarımız, canlı canlı panzerin arkasına bağlanıp sürüklendi, helikopterden atıldılar. Kürt çocuklarına yaşatmadıkları şey kalmadı. Bizler, Kürt anneleri olarak bunları asla unutamayız. Ama yine de savaşın olmasını istemiyoruz. Bizler bedel ödedik ama her şeye rağmen elimizi taşın altına koyuyoruz. Artık gençlerimiz ölmesin. Bizler intikam peşinde değiliz. Her iki taraf için de ‘Artık yeter’ diyoruz” ifadelerini kullandı.
‘Bizler nasıl ki adım atıyorsak, devlet de adım atmalı’
Gülperi İlbasan, son olarak şunları söyledi: “Başlayan süreç bizi mutlu ediyor ama bizler nasıl ki adım atıyorsak, devlet de adım atmalı. Acaba bizi tekrar kandırıyorlar mı diye düşünüyoruz. Hâlâ operasyonlar devam ediyor ve biz artık bunları kabul etmiyoruz, tahammülümüz kalmadı. Bizler herkesin elini taşın altına koymasını istiyoruz. Bizler atacağımız adımları zaten attık. Biz kendimize inanıyoruz. Onların ise barbarlıkları devam ediyor. Kendileri bunu istediler ve madem ki onlar da barış istiyor, acilen adımlar atılmalı.”