Pandemi ve devlet tahakkümü
- 09:03 4 Mart 2022
- Jıneolojî Tartışmaları
“Pandemi, bir yandan bize ne kadar toplumsal varlıklar olduğumuzu hatırlattı ve insanlığın salt biyolojik yaşama indirgenmeyi kolay kolay kabul etmeyeceğinin bir teyidi oldu."
Nazan Üstündağ
Pandeminin başladığı, yaygınlaştığı ve yaşamı en fazla kısıtlamalara maruz bıraktığı dönemde, devlet ve egemenlik eleştirisi ile ünlü düşünür Georgio Agamben, oldukça pesimist bir yazı kaleme aldı. Ona göre kısıtlamalar, insanların evlere kapatılması ve eve kapatılanların tüm bireysel ve kamusal özgürlüklerinden gönüllü bir biçimde ve kurallara uyumlu şekilde feragat etmeleri, günümüzde yaşamın tamamıyla salt bir biyo-yaşama, yani yalın bir hayatta kalma arzusuna indirgenmiş olduğunun en felaket örneğiydi. Yaşam, zevk alınacak bir biçimden çıkmış, yaşama sanatı denilebilecek ve kişilerin biçim verdiği yaşam içeriği, topyekûn boşaltılmıştı. İnsanlar, hayatta kalması gereken biyolojik varlıklara indirgenmiş ve buna çok kısa bir sürede ve hiç isyan etmeden razı olmuşlardı. Devletler ve sermaye, bundan ellerinden geldiğince yararlanacak, yeni kararnameler ve kanunlarla özgürlüklerin tamamen üzerinden geçecek ve 2020 yılı, son yüzyılda gerçekleşen tahakküm rejiminin doruğa ulaştığı yıl olacaktı.
Sermaye ile ilintili zevk alma biçimleri
Agamben’in bu pesimist saptamaları, başka düşünürler tarafından ciddi bir eleştiriye tabi tutuldu. Bu eleştirilere göre Agamben, hepsi birbiriyle ilintili üç hataya aynı anda düşüyordu. Birincisi; insanların birbirlerine karşı duydukları sorumluluk hissi, dünyanın pandemi ile yerle bir olmasından duydukları korku ve buna karşı özgürlüklerinden feragat etmeleri, korkulanın aksine toplumsal olanın hala dirençli ve ayakta olduğunun göstergesiydi. Her ne kadar devletlerin bundan yararlanacağı açık bir tehlike olma statüsünü korusa da özgürlükten feragat, biyolojik yaşama indirgenmenin aksine insanın toplumsal sorumluluk içinde hareket edebilme kapasitesini açığa çıkartarak umut veriyordu. İkincisi; insanların kapasiteleri aynı zamanda en ağır koşullarda bile yaşam sanatından vazgeçmeyecek bir potansiyel taşıyordu. Nitekim özellikle pandeminin ilk döneminde ortaya çıkan dayanışma biçimleri veya Zoom ve internetin yoğun kullanımı ile sürdürülen kamusallık, insanlığın biyolojik bir yaşama indirgenmeye karşı acil bir biçimde ortaya çıkardığı yaşam sanatına dair örneklerdi. Üçüncüsü ve buna bağlı olarak ilginç olan ve söz etmeye değer olan ise insanların nelerden vazgeçtiği değil neleri oluşturduğu, neyi özerkliğinin sınırı olarak kabul ettiği ve elbette ortaya çıkan binbir çeşit ve hepsi de sermaye ile ilintili zevk alma biçimleriydi.
Kısıtlayıcı kurallar ve itiraz edemeden kabul görme
Öte yandan her ne kadar Agamben’in felaket öngören teorisini abartılı bulsalar da düşünürler, pandeminin yol açtığı birkaç konuda fikir birliğine vardılar. Birincisi; pandemi, en açık olarak gerçekten de insanların özellikle kendini vatandaşlık üzerinden tanımlayan insanların devletin kısıtlayıcı gücünü çok çabuk ve hiçbir isyan göstermeden kabul etmelerine neden oldu. Kısıtlayıcı kurallara karşı çıkma, soldan değil sağdan gerçekleşti. Bireysel özgürlükler temelinde gerçekleşen bu karşı çıkış, özgürlük söylemini ele geçirdi ve böylelikle özgürlük ve sosyal sorumluluk arasındaki yakın ilişkiyi kopardı. Maske takma, evde kalma, kısıtlı sayıda kişiyle görüşme, eğitim ve üretimin ev içine sokulması sol tarafından neredeyse hiçbir itiraz gerçekleşmeden kabul gören gelişmelerdendi. Özellikle Türkiye gibi ülkelerde yaşlı denilen nüfusa dair yapılan seyahate yönelik özel kısıtlamalar, yaş ayrımcılığı üzerinden sorunsallaştırılacağına sevinçle onaylandı. Bu esnada kimlik kontrollerinin kolluk güçleri gibi tüm firma ve mağazaların gündelik işleyişine dahil edilmesi ise hiçbir tepki görmeksizin olağanlaştı.
Ulus devletler ulusal çıkarlar söylemi ile güçlendi
İkinci olarak; pandemi, güçsüzleştiği söylenen ulus devleti, pandemi bağlamında ortaya çıkan ulusal çıkarlar söylemi ile birlikte güçlendirdi. Avrupa Birliği dahi bu akıma karşı duramadı. Hatta Avrupa Birliği’ne üye ülkeler, sınırlarını kapatarak birbirleri ile tıbbi malzeme, aşı ve ilaç konusunda rekabete girerek gerçek bir enternasyonalizme dayanmasa da yine ulus aşırı bir birlikteliğin örneği olan Avrupa fikrinin altını oydular. Diğer taraftan aşıların para karşılığı satın alınması, Almanya ya da ABD gibi zengin kuzey ülkelerinin pandemiyle mücadelesini hızlandırırken Hindistan’dan Suriye’ye, oradan Afrika kıtasına kadar onlarca güney ülkesi, pandemi ve yoksullukla aynı anda baş etmeye zorlandı. Bu ülkelere aşı patentlerinin verilmesi teklifi, kuzey ülkelerinde “haksız rekabet” olarak nitelendirildi. Böylelikle virüs, yaşama şansı bulduğu ülkelerde mutasyona uğrayarak ve biçim değiştirerek tekrar kuzey ülkelerine musallat oldu ve buralarda yasakların kalkmasını engelledi. Bir diğer deyişle bir yandan ulus-devlet yapısı bir yandan sözde kaybolmaya yüz tuttuğu söylenen küresel bloklar, pandemi karşısında güçlendi. İnsanlığın henüz yeni bir örgütlenme biçimini ortaya çıkaramadığının karnesi oldu.
Esnaf kredilere mahkum edildi
Üçüncü olarak; ulus-devletler, yasakları ve yaptırımları eşitsiz dağıtarak, büyük sermaye lehine davranarak, belli sektörleri bizzat ihya ederek, belli sektörlerin de ihya edilmesine göz yumarak ekonomiye olan müdahalesini arttırdı, sermaye birikim süreçlerine doğrudan müdahale etti ve kayırdı. Amazon’dan Getir’e kadar onlarca internet pazarlama şirketi, ucuz motosiklet işçilerini kullanarak karlarını arttırdı. Yasaklara dayanamayan küçük esnaf ise birçok yerde ya devletin yardımına veya kredilere mahkûm edildi ya da tamamıyla yok oldu.
Eleştirilere duyarsızlık
Dördüncü olarak; ulus-devletler, pandemiyi bahane ederek belli protestoları ve muhalefet etme biçimlerini daha fazla kontrole tabi tutarken sağ muhalefete daha toleranslı davrandılar. Sol muhalefetten gelen eşitsizlik eleştirilerine karşı duyarsız ve aldırmaz kalırken sağdan gelen ve maske takmamaya ya da rahat alışveriş yapmaya indirgenmiş bireysel özgürlük taleplerine kulak tıkamakta zorluk çektiler. Çoğu zaman pazar temelli olarak tanımlanan, satma ve satın almaya yönelik özgürlük taleplerini meşru görüp yasakları buna göre hızlıca esnetirken örneğin; kadınların eğitim ve öğretime devam edilmesi ve böylelikle ev içi ücretsiz emeğin yükünün hafifletilmesi taleplerini uzun zaman geçiştirdiler. Tüm bunlar olurken devletler, aynı zamanda üniversiteler ve hapishaneler gibi kurumların üzerindeki tahakkümlerini arttırdılar. Pandemi bahanesiyle hapishanelerin dışarı ile ilişkisini kısıtlayarak hapishaneler üzerindeki denetimi arttırdılar. Üniversitelerde online yapılan derslerin standartlaştırılması ve kayıt altına alınması suretiyle dersler üzerinde iktidarın kontrolünü pekiştirdiler. Ayrıca pandemi için alınan önlemlerin başında gelen ve yukarıda da bahsettiğim gibi çocuk bakımı ve eğitiminin eve çekilmesi ile kadınları dolaylı olarak tahakküm altına aldılar ve böylece görünmez kadın emeğine dayalı bir toplumsallığı daha da meşrulaştırılmış oldular. Aynı zamanda ulus devletler, cezalar ve yasaklar vasıtasıyla kolluk güçlerinin kamusal müdahalesinin de çapını genişlettiler.
Sorunlar görülmedi, meşrulaştırıldı
Son olarak ise pandemi, batı ülkelerinde zaten sorun olarak görülen göçmenlerin daha da eşitsiz ve adaletsiz bir konuma indirgenmesine ve bunun meşrulaştırılmasına neden oldu. Göçmen kampları, tıpkı yaşlıların yaşadığı huzur evleri gibi pandeminin en çabuk yayıldığı yerler oldu. Göçmenlerin hedef olarak seçtiği Avrupa, ABD ve Avusturalya gibi kıtalar, sınırlarını tamamen kapattılar. Pandemi sürecinde sadece Portekiz’de, sağlık hizmetlerinden tam olarak yararlanabilmeleri için tüm göçmenlere geçici vatandaşlık hakkı tanımanın pandemiye karşı etkili bir politika olduğu görüldü. Diğer ülkelerde özellikle kaçak göçmenlerin tedavi ve aşıya ulaşmaları imkânsız hale geldi. Türkiye ya da Belarus gibi ülkeler, göçmenlerin aşı ve tedavi haklarının adaletsizliğine göz kapamakla kalmadı, aynı zamanda göçmenleri birer kimyasal silahmışçasına diğer ülkeler üzerinde tahakküm kurabilmek amacıyla şantaj aracı olarak kullandılar.
Pandemi toplumsal varlıklar olduğumuzu hatırlattı
Kısaca tekrar etmek gerekirse pandemi, bir yandan bize ne kadar toplumsal varlıklar olduğumuzu hatırlattı ve insanlığın salt biyolojik yaşama indirgenmeyi kolay kolay kabul etmeyeceğinin bir teyidi oldu. Öte yandan ise pandemiyle birlikte, devletlerin hak kısıtlamaları ve kolluk güçlerinin gündelik hayattaki görünürlüğü ve müdahalesi meşrulaştı. Bugüne kadar dijitalleşmeye ve veri tabanları üzerinden yönetilmeye karşı çıkanlar dahi hızlıca yeni düzene ve bu düzenin herkesi kod-lamasına rıza gösterdi. Bununla birlikte ulus-devletler sınırlarını sabitledi ve egemenliklerini bir kez daha ilan etti. Okullar, hapishaneler ve hastaneler gibi kurumlarda devlet tahakkümü ve evlerde kadının görünmez emeğinin sömürüsü arttı. Dünyada zaten var olan eşitsizlikleri izleyerek katlanan salgın, biçim değiştirerek tekrar Avrupa’ya girse de ulus devletler, insanlığın ve pandeminin küreselliği gerçeğine gözlerini kapattılar. Özgürlük talebi ve dili, sağ tarafından gasp edilirken devletler, sağın ve solun itiraz ve isyanlarına pandemi bahanesiyle farklı ve eşitsiz şekillerde cevap verdi. Özgürlüğü toplumsallıktan ve toplumsal iyilikten boşayan sağ söylemler; maske takmama, aşı olmama gibi haklar üzerinden kendini tekrar kurdu. Sol ise sağlık ve eşitlik arasındaki ilişkiyi söylemsel olarak kurup bunu özgürlükle birleştiren muhalif bir öznellik yaratmada ve talebe çevirmede etkisiz kaldı.