Çocuğunun cenazesi için çıktığı yolculuğu barış mücadelesine dönüştürdü

  • 09:04 7 Ekim 2021
  • Portre
 
Marta Sömek
 
İSTANBUL - Ömrünü barışa adayan Güler Buğday, 1993 yılında çatışmada yitirdiği PKK’li oğlunun cenazesini, “Oğlumun bir parmağı bile olsa alıp Diyarbakır’a götüreceğim” sözleri ile aramaya çıktığı yolculuğa,  son ölümün kendi çocuklarının olmasını, artık kimsenin çocuğunun ölmemesini isteyen Barış Anneleri İnisiyatifi ile devam ediyor.
 
Henüz çocukken evlendirilen ve “Çocuklarımla büyüdüm” diyen Barış Anneleri İnisiyatifi üyesi Güler Buğday, devletin fiziksel ve psikolojik tüm taciz, baskısına rağmen kadın ve özgürlük mücadelesi ile ilmek ilmek ördüğü yaşamını bizlerle paylaşıyor.
 
‘Çocukluk duygusu hala kalbimde’
 
Diyarbakır Lice’nin bir köyünde dünyaya gelen Güler, 6 yaşında iken babasını kaybetmesinin ardından Diyarbakır merkeze taşınır. 5 erkek ve 2 kız kardeşi olan Güler, kardeşleri arasında en sevilen ve en küçükleridir. Hiçbir zaman kendisini büyük hissetmediğini, 10-12 yaşına kadar Diyarbakır sokaklarında oyun oynadığını paylaşan Güler, arkadaşları gibi olgun olamadığını ve hala o çocukluk duygusunun kalbinde olduğunun altını çiziyor.
 
‘Büyük bir bedel verdiğimi düşünüyorum’
 
Çocukluğuna doyamadan evlendirilen Güler, çocuk yaştayken çocuğu olur. Güler erken başladığı hayatını şu cümlelerle anlatıyor: “16 yaşında evlilik düşüncem olmamasına rağmen kendi rızam dışında evlendirildim, çocuktum çocuk sahibi oldum. 19 yaşında 3 çocuk sahibiydim, çocuklarımla büyüdüm. Bir kadın ve anne olarak şöyle bir çocukluğum ve evliliğime baktığımda bugüne göre birçok şey değişmiş, kadınların çocuk yaşta evlenmediğini irade sahibi olduğunu görebiliyorsunuz. Birçok anne gibi ben de çocuk yaşta ve iradem dışında evlendim, büyük bir bedel verdiğimi düşünüyorum.  Kadınların artık köle olmadığını, irade sahibi olduğunu görüyorum.”
 
‘Kürt halkının başlattığı özgürlük mücadelesiyle artık köleliği kabul etmiyoruz!’
 
Çocukluğundan beri çevresinde her zaman erkeklerin daha baskın olmasına şahit olduğunu, benliğinin oturduğu ilk günden beri kadın sevgisinin hep kalbinde olduğunu vurgulayan Güler,“Çünkü istemeyerek evleniyorlardı, bu çok ağır bir şey. Büyük bir emekle, insanlık onuru adına, özgürlük için verdiği mücadelede birçok kahraman kadın var” diyor. 1985 yılında mücadele ile tanıştığını aktaran Güler, okuma ve yazmasının olmadığını ancak abisinden öğrendiği kadarıyla duvarlarda yazılan, “Em Kurdin ser bilindin” yazılarından bir başkaldırı olduğunu anladığını dile getiriyor. Ayrıca bir Liceli olarak çok fazla zulüm gördüklerini, çocuklara eğitim hakkının verilmediğini, varlıklarının kabul edilmediğini ve Kürt halkının başlattığı özgürlük mücadelesiyle artık köleliği kabul etmediklerinin vurguluyor. 
 
‘Sonucu ne olursa olsun Fırat’ın cenazesini almaya kararlıydım!’
 
Kürt sorununun son 40 yıllık bir sorun olmadığına dikkat çeken Güler, yüz yıllardır var olan bir sorun olduğunun bilincine vardığını, “Sayın Abdullah Öcalan bu sorunu biraz daha saydamlaştırdı, bu mücadelede biz kadınlar ve anneler olarak ne yapabiliriz diye düşündük ve birlikte yürümenin doğru olduğunu, bu mücadelede kadınların ve annelerin de olduğunu gösterdik” sözleriyle yorumluyor. 1993 yılında eşi vefat eden Güler,  90'lı yıllarda PKK saflarına katılan oğlunun yaşamını yitirdiğini öğrenir. O an hissettiklerini ise şu sözlerle dile getiriyor: “Oğlum PKK saflarına katıldı. Birçok anne gibi 24 saat aklımdaydı, savaşın son bulup barış ortamının oluşması için biz anneler de çok mücadele ettik. 8 Kasım günü sabah saatlerinde büyük abim geldi, o söylemeden anlamış, hissetmiştim Fırat’ın şehit olduğunu. Elazığ Guleman’da bir çatışmanın olduğunu, 4 arkadaşın şehit düştüğünü ve aralarında Fırat’ın da olduğunu söyledi. 1993 yılı Diyarbakır için çok zor bir süreçti, günde 3-4 faili meçhul oluyor, o dönem devlet tarafından çok acımasız bir savaş politikası uygulanıyordu. Suçsuz birçok insanı evlerinden alıp kaybettiriyorlardı. Ama ben sonucu ne olursa olsun Fırat’ın cenazesini almaya kararlıydım.”
 
‘Sağken göremedim ama cenazesini almaya kararlıydım’
 
Oğlunun ölüm haberini aldıktan sonra İHD’ye başvurduğunu ve ardından avukatı ile oğlunun cenazeni alabilmek için bir dilekçe yazdıklarını dile getiren Güler, eve döndüğünde ailesinin kendilerine çocuğunun cenazesinin geri verilmeyeceğini söylediklerini aktarıyor. Güler oğlunun şahadet haberinden üç gün öncesinde rüyasında oğlu Fırat’ı gördüğünü söyleyerek, “Şahadet haberini almadan 3 gün önce bir rüya gördüm, rüyamda bir kahvaltı sofrasında oturuyorduk, keşke Fırat da burada olsaydı dediğim anda Fırat’ı karşımda gördüm ve kimse görmesin diye yeğenimi önceden eve gönderdim. Fırat’a dönüp baktığımda vefat eden babasının elini tutuyordu, babasına bakıp bir yıl sonra oğlunla kendini affettirmeye mi geldin dedim. Şahadet haberini sanki üç gün önce hissetmişim gibi, bu süreçte bütün aile bireyleri tarafından ikna edilmeye çalışıldım ama ciğerim yanıyordu, kimse beni ikna edemezdi, sağken göremedim ama cenazesini almaya kararlıydım” diye konuşuyor.
 
Emniyette yoğun taciz
 
Oğlunun nerede defnedileceğini öğrenen Güler, kızı ve abileriyle Elazığ’a doğru yola koyulup abisinin kendisine neler söyleyeceğini sorduğunda, “Bizim kültürümüzde büyüklerin yanında oğlum veya kızım diyemiyoruz, o gün de oğlum diyemedim, Fırat dedim ona, ne yakışıyorsa onu yapıyorum dedim, abim arkasını dönüp ağladı” diyerek abisinin de artık oğlunun cenazesini almadan geri dönmeyeceklerini anladığını paylaşıyor. Emniyette kendisine sorulan ilk sorunun “Size kim haber verdi” olduğunu söyleyen Güler, kendisinin bir telefon alarak çatışma sırasında dört PKK’linin şehit düştüğünü, aralarında oğlu Fırat’ın da olduğunu söylediğini belirtiyor.  Ardından Güler’e emniyette işkenceye uğramış insanların resimlerinin olduğu bir dosya sunularak, Fırat’ın da aralarında olup olmadığının teşhis edilmesi isteniyor, fakat Güler dosyada Fırat’ı göremiyor.
 
‘Oğlumun bir parmağı bile olsa alıp Diyarbakır’a götüreceğim’
 
Emniyetteki kolluk kuvvetlerinin yoğun tacizine rağmen oğluna sahip çıkacağını söylemekte ısrar eden Güler, “Görmek, duymak ve yaşamak aynı şey değil. Bana bir sorgu odasında 2-3 saat boyunca ‘kimsin, kimseniz yok mu, cenazeyi nasıl götüreceksin’ gibi sorular sordular, ben de babasının vefat ettiğini kimsemizin olmadığını ve bir anne olarak oğluma sahip çıkacağımı söyledim” diye yaşadıklarını anlatıyor. Kendisine belki cenazesinin çürümüş olabileceğinin bile söylendiğini kaydeden Güler, oğlunun bir parmağı bile olsa alıp Diyarbakır’a götüreceğini söyleyerek cenazeyi almakta ısrarcı olduğunu belirtiyor. İşlemlerin uzun sürmesi nedeniyle gece bir otelde kaldıklarını dile getiren Güler, içi içine sığmayarak bir an önce sabah olup cenazeyi almayı istediğini ve bu duyguların dile getirilmeyecek kadar ağır olduğunu ifade ediyor. Sabah ise bir battaniye ve kefen alarak mezarlığa giden Güler, oğlunun üzerini açtıklarını ve vücudunda üç kurşun iziyle karşılaştığını kaydediyor.
 
‘Barbar bir devlet olduklarını tekrar gösteriyorlardı’
 
Fırat’ı ayaklarından tanıdığını aktaran Güler, defin sırasında hissettiklerini şöyle tarif ediyor: “ Geliş yolu hiçbir zaman bitmeyecek gibi geldi. 2-3 saatlik yolu 6 saatte gelmiştik, yolda sürekli durduruluyorduk, barbar bir devlet olduklarını tekrar gösteriyorlardı, daha öncelerde de cenazelerimizi çaldıklarını biliyorduk. Üstünde evde giydiği gri-kırmızı eşofmanı vardı, birçok asker gözetimindeydik, Fırat’ı ayaklarından tanıdım, ayaklarının şekli çok güzeldi. Dokunmama, yakınına gitmeme izin vermiyorlardı. Cenazenin başında çok sakin ve metanetliydim, tek amacım Fırat’ı ellerinden alıp götürmekti, bir mezarı olsun ve istediğim zaman gidip geleyim. Kefenledik, mezarına dönüp baktığımda mezarda iki kan lekesini gördüm hani derler ya şehitlerin kanı durmaz, Fırat da şehitti. Ardından tabuta koydular... ”
 
Gururla dolu son yolculuk
 
Devlet tarafından kaçırılan Vedat Aydın’ın cenazesinin bir köprü dibinde bulunmasından sonra Kürt halkının büyük bir tepki gösterdiğini ve o dönem helikopterden kurşun yağdırılarak 32 kişinin katledildiğini hatırlatan Güler, “Hepsi yan yana aynı mezarlıkta defnedilmişti. Mardin'in girişindeki işte o mezarlıktı Fırat’ı defnedeceğimiz yer” diye belirtiyor. Yine Mardin’in girişinde bir karakolda 3 saat bekletildiklerini aktaran Güler, Vedat Aydın’ın mezarı ile Fırat’a açılan mezarın arasındaki mesafenin dahi ölçüldüğünü ve eğer birbiriyle yakınlarsa mezarı kapatıp defnetmelerine izin verilmeyeceğinin de altını çiziyor. Güler, Fırat’ı teşhir etmek için emniyette ilk fotoğrafını gösterdiklerinde oğlunun gözlerinin çok tatlı bir uykuda olduğunu, alnında 3-4 kurumuş kandamlası gördüğünü aktarırken, kendisinden kalan son fotoğrafını da istediği halde vermediklerini belirtiyor. Kızına ve cenazeye gelenlere daima moral veren Güler, defin esnasında bir nebze bile acı duymadan, büyük bir gururla Fırat’ı son yolculuğuna uğurladığını aktarıyor.
 
‘Bu mücadelede ölüden de diriden de çok korkuyorlar’
 
Hala yüzlerce insanın çocuklarının cenazesini alamadığına dikkat çeken Güler, “Düşününce bile ne kadar ahlaksız, adaletsiz ve hukuk dışı davrandıklarını görüyorsunuz. Bir cenazeye bile saygıları yoktu. Ben gidip oğlumun cenazesini alabildim ama yüzlerce anne hala çocuklarının kemiklerini arayıp bulamıyor. Görüyoruz ki bu mücadelede ölüden de diriden de çok korkuyorlar” cümlelerini sarf ediyor. Barış talebinde bulunan anneler olarak ne yapabileceklerine dair çok düşündüklerini kaydeden Güler, “Bizim ciğerimiz yandı artık başka annelerin ciğeri yanmasın, bu savaşın artık son bulmasını, barış olmasını istiyoruz” diyor.
 
‘Son ölümün kendi çocuklarının olmasını istiyorlar’
 
Gece gündüz demeden her ortamda barışı haykıran, Güler ile beraber mücadele eden nice kadın, gözaltılar ve yüzlerce insanın katledilmesine rağmen yaptıkları her eylemde barış taleplerini yinelemekten vazgeçmedi. Barış Annelerinden tutuklanan, hala davaları sürenlerin olduğuna değinen Güler, bunun büyük bir acı olduğunu söylese de başlarının daima dik olduğunu çünkü hak, adalet, özgürlük ve varlık mücadelesi verdiklerini bildiklerinin altını çiziyor. Çocuklarını kaybetmelerine rağmen kadınların ısrarla barışı savunduklarına ışık tutan Güler şu değerlendirmelerde bulunuyor: “Bu mücadelede Kürtlere yapılan haksızlık tarihte hiçbir yerde görülmemiştir, çocuklarımıza başka seçenek sunulmamış, ben bugün hala söylüyorum onlar kavga isteyen insanlar değil, onlar kendini savunan insanlar. Bugün baktığımızda süren bu savaşta, çocuklarını kaybetmelerine rağmen hala barışı savunuyorlar. Son ölümün kendi çocuklarının olmasını istiyorlar, artık kimsenin çocuğu ölmesin diye söylüyorlar.”
 
‘Gerçek kavganın annelerin yanan yüreklerinde olduğunu biliyorlar!’
 
Mücadelelerinden korktuklarını belirten Güler, “Çünkü çocuğu ölen bir anne hala barış istiyor, gerçek kavganın annelerin yanan yüreklerinde olduğunu biliyorlar. Bu yaşanılanları dile getirmek çok zor ancak tarih yazabilir, Fırat benim için ölümsüz. Yediğim yemekte, uykumda, yürüdüğüm yolda hep benimle, o güce sahibim, annelerin gönüllerindeki yangın çok büyük ama başları hep dik, çünkü kimsenin malını mülkünü istemediler, istedikleri hak, adalet ve varlık meselesiydi” şeklinde konuşuyor. Dünya üzerinde nasıl her halkın kültürü ve dili varsa Kürt halkının da olduğunu dile getiren Güler, bu uğurda çok fazla mücadele ettiklerini belirterek, bu kavga bitmeyene dek Barış Anneleri olarak mücadelelerini sürdüreceklerinin mesajını veriyor. Dünyada birçok barışla sonuçlanan kavga örneklerinin olduğunu anımsatan Güler, ölüm ve hapis ile hiçbir halkın bitmeyeceğini sözlerine ekleyerek, “Kürt halk önderi Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecrit milyonlarca Kürde de uygulanıyor” diyor.
 
‘Türk anneleriyle de empati kurabildik’
 
Kürt halkının hiçbir halkla sorununun olmadığını, sorunlarının sistemle olduğunu çünkü sistemin kan dökmeyi çok sevdiğini ve hala annelerin ağlamasını istediğini belirten Güler, evlat acısının çok büyük bir acı olduğunu ifade ediyor. Türk anneleriyle de empati kurabildiklerini çünkü hiçbir acının evlat acısı kadar büyük olmadığını söyleyen Güler, son olarak yaşanan acıların son bulması, annelerin artık ağlamaması ve Barış Anneleri İnisiyatifi nezdinde barış çağrılarını yineliyor: “Mücadeleleri kusursuzdur, Fırat ve bütün arkadaşları hala bizimledir.”