‘DEDAŞ’ın suçunu örtbas etmeye çalışanların ne gibi bir çıkar ilişkisi var?’

  • 13:34 24 Haziran 2024
  • Siyaset
ANKARA - DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında Amed ve Mêrdîn’deki yangınlara dikkat çekerek “DEDAŞ’ın suçunu örtbas etmeye çalışanların DEDAŞ’la ne gibi bir çıkar ilişkisi vardır?” diye sordu.
 
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te basın toplantısı düzenleyerek güncel gelişmeleri değerlendirdi. 
 
‘Yangında hayatını kaybedenlerin yakınlarına başsağlığı diliyoruz’
 
Konuşmasına kayyım gaspına değinerek başlayan Gülistan, buna karşı eylemleri sürdüreceklerini belirtti. Ardından yangınlara değinen Gülistan, “Mardin’in Mazıdağı ve Diyarbakır’ın Çınar ilçesinde 20 Haziran tarihinde başlayan ve 66 km’lik alana yayılan büyük bir yangınla karşı karşıya kaldık. Ne yazık ki 15 yurttaşımız hayatını kaybetti, 75 yurttaşımız da yaralandı. Bunların içinde ağır yaralıların olduğunu biliyoruz. Yine yoğun bakımda olan ve kritik durumda olan yaralılar var. Yüzlerce hayvan can verdi, birçok ev ve iş yeri zarar gördü, tarlalar ve ekinler büyük bir zarar gördü. Öncelikle yaşamını yitiren 15 yurttaşımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz. Hastanede olan yaralıların bir an önce sağlıklarına kavuşmasını diliyoruz” dedi.
 
‘Baskı konusunda hızlı hareket eden AKP, yangın felaketinde kaplumbağa hızındaydı’
 
Yangınlara müdahalenin geç yapıldığını söyleyen Gülistan, “Türkiye afetleri sürekli olarak yaşayan bir ülke pozisyonunda. Pandemi olur felakete dönüşür, sel olur, deprem olur felakete dönüşür, yangın çıkar felakete dönüşür. Çünkü bu ülkede yurttaşın canının bir kıymeti yoktur, bu ülkede yurttaşı düşünen bir iktidar ve devlet aklı ne yazık ki yoktur. Bu nedenle insanları, yaşamı, canlıları, ekolojik dengeyi öncelemeyen, varsa yoksa kendi iktidarını ayakta tutmaya çalışan bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu ülkede 10 yurttaş toplansa demokratik protesto hakkını kullansa, orada devletin TOMA'sını, copunu, polisini, gazını çok hızlı bir şekilde görürüz. Ama ortada bir felaket varsa, bir yangın çıkmışsa, deprem olmuşsa, sel olmuşsa, gerçekten yurttaşın yardımına koşması gereken devletin orada olmadığını görüyoruz. Halk kendi kaderine terk edilir ve kendi imkanlarıyla kendi yarasını sarmaya çalışan bir gerçekliği biliyoruz. Şimdi Mardin’deki yangında da aynı manzarayı gördük. Yasakçılıkta, baskıda, yurttaşı susturmada hızlı bir şekilde tartışmasız olan AKP iktidarının mesele gerçek anlamda yaraları sarmak olunca, yangın, deprem, sel olunca kaplumbağa hızıyla hareket ettiğini ve insanları çaresiz bir şekilde ortada bıraktığını çok açık ve net bir şekilde görüyoruz” sözlerini kullandı.
 
‘Halkımız canı pahasına yangını söndürmek için alana koştu’
 
Gülistan’ın konuşmasının devamı şöyle: “Peki bu pervasızlığın sonucu nedir? Sonucu, depremde yüzbinlerce insanın, belki de 150 bin resmi olmayan kayıtlara göre insanın yaşamını yitirmesi ve en son yangında da 15 insanımızın yaşamını yitirmesi gibi bir bilançoyu açığa çıkarıyor. Bu anlamıyla şunu söyleyelim, bu akıl insanı öldüren, yurttaşı yok sayan bu akıl yurttaşın canına mal olan bir akıldır. Hızla bu aklın terk edilmesi, insanı ve yaşamı önceleyen, halkı önceleyen bir bakış açısının tesis edilmesinin gerektiğinin altını çizmemiz gerekiyor. Yangın sırasında halkımız canı pahasına yangını söndürmek için alana koştu. Eşbaşkanlarımız valilikten hızlı bir şekilde helikopter talebinde bulundu ama gece görüşü yokmuş diye helikopter gönderilmedi. Milletvekillerimiz ilin valileri ile görüştü ama tenezzül edip telefona çıkmadılar. Diğer köylerden yardıma giden yurttaşlarımızın önü yasak bölge diye kesildi. Son 3 yangın büyüdükçe büyüdü. Kontrol altına alınamadı ve yangının ortasında kalan yüzlerce hayvan ve 15 can ne yazık ki yitip gitti. Ama bütün bunlara karşı bir ses yok. Bütün bunlara bir söz söyleyen yok. Neymiş, gece görüşlü helikopter yokmuş. Daha geçen yıl Yunanistan’da yaşanan yangına iki uçak, bir helikopter gönderen Türkiye, söz konusu Kürtlerin yaşadığı bölge olunca, Kürtler olunca, bu ülkedeki milyonlarca yoksul olunca ne uçağı ne helikopteri oluyor. Saraya uçak filosu düzenleyenlerin bir gece görüşlü uçak ve helikopter bulundurmaması ve yangına bir helikopterle müdahalede bulunmamasını nereye konumlandırabiliriz? Bunu bütün yurttaşlarımıza sormak istiyorum.
 
Ön raporda yangının DEDAŞ’ın elektrik tellerinden çıktığı görülüyor. 
 
Diyarbakır Valiliği’nden fail olan DEDAŞ’a, yandaş gazetecilerden İçişleri Bakanlığı’na kadar herkes ağız birliği etmişçesine yangının anızdan çıktığını, örtü yangını olduğunu söyledi. İçişleri Bakanı biraz kendi sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada anız yakılması ve örtü yangını sonucu çıktığını söyledi. Gerçek tabii ki böyle değil. Bakın, bölgede yaşayan insanlarla bizzat Cumartesi günü iki Eş Genel Başkanımız, milletvekili arkadaşlarımız, belediye başkanlarımızla taziye ziyaretine gittik. Orada bulunan her bir yurttaşı dinledik. Şunu söylüyorlar; biz onlarca dilekçe verdik, onlarca defa DEDAŞ’a gittik, bir telleri onarın, bu iletkenleri gerçekten çürümüş olan 40 yıl öncenin yapısıyla hizmet vermekten vazgeçin, bunlar yangın tehlikesi oluşturuyor diye söyledik ama bize kulak asan olmadı, bunları yapan olmadı diyen açık ve net bir şekilde beyanları vardı. Ama bütün bunlara rağmen ne oldu? Bilinçli bir şekilde manipülasyon yapıldı ve sanki yangın anızdan çıkarılmış gibi Türkiye’de bir algı oluşturulmaya çalışıldığını görüyoruz. Oysa ki sadece görgü tanıklarının ifadesi değil. Bakın, bölgedeki meslek odalarının raporları var. Yine meslek odaları ilk andan itibaren gittiler, bölgede araştırma ve inceleme yaptılar ve bir ön rapor yayınladılar. Bu ön raporda da yine yangının DEDAŞ’ın elektrik tellerinden çıktığını açık ve net bir şekilde görünüyor. O anlamıyla şunu söyleyelim: Şimdi bayram boyunca DEDAŞ halkı elektriksiz bıraktı, yine elektrik nedeniyle birçok köyün susuz kaldığını biliyoruz. Elektrik yeniden verildiği anda yüksek voltaj nedeniyle yangının çıktığını oradaki köylüler söylediler.
 
Vali, milletvekillerinin telefonuna çıkmadı 
 
Bakın Diyarbakır Valisi Ali İhsan Su, acılı ailelere taziye ziyaretinde bulunuyor ve taziye ziyaretinde gerçek olmayan anızdan yangın çıktı noktasında ısrar edince orada bulunan aileler ve köylüler buna itiraz ediyor. Sonra valinin koruması orada bulunan acılı aileleri darp ediyor. Taziyeye güya giden, acıyı paylaşmaya giden, güya oradaki insanları dinlemeye giden, yaraları sarmak gibi bir görevi olan valinin korumaları orada bulunan acılı aileleri darp ediyor. Yetmiyor, alınan görüntüleri sildiriyorlar. Mardin Valisi Tuncay Akkoyun, o da taziye ziyaretine gitmişti. Taziye ziyaretinde köylüler tepki gösterdi. Çünkü bizim Mardin milletvekilimiz Saliha Aydeniz’in oraya girişi engellenmeye çalışıldı. Bakın, ilk geceden beri yaklaşık 48 saat uyumayarak alanda olan Büyükşehir Belediye Eşbaşkanlarımız, milletvekillerimiz, parti meclisi üyelerimiz iki üç gündür olay olduğundan beri taziye çadırında halkın içerisinde olan, onların acısını paylaşan, onlarla beraber ağıt yakan, onların yaralarını sarmaya çalışan milletvekilimizin girişini engelliyor. Neden, hangi gerekçeyle? Bütün gece milletvekillerimiz telefon açtılar. Hem Mardin hem Diyarbakır Valiliği’ne helikopter kaldırın, yardım edin, yangın büyüyor, insanlar yaşamını yitiriyor dediler. Telefona bile çıkamadılar. Telefona çıkmayan vali kendisi taziyeye gitti diye milletvekilinin oraya girişini engelliyor.
 
DEDAŞ’ın suçunu örtbas etmeye çalışanların DEDAŞ’la ne gibi bir çıkar ilişkisi vardır?
 
Buradan sormak istiyoruz; valisinden İçişleri Bakanı’na kadar, kaymakamından yandaş medyasına kadar herkes ağız birliği etmişçesine DEDAŞ’ın sorumlu olmadığını anlatmaya ve suçunu örtbas etmeye çalışıyor. DEDAŞ’ın suçunu örtbas etmeye çalışanların DEDAŞ’la ne gibi bir çıkar ilişkisi vardır? Merak ediyoruz, bu soruya cevap verin. DEDAŞ’la çıkarlarınız uyuşuyor mu, DEDAŞ’la nasıl bir ilişkiniz ve iltisakınız var? DEDAŞ sizin için ne ifade ediyor, buradan yüksek sesle soruyoruz. Bütün bunlar olurken DEDAŞ elektrik hatlarını onarıyor mu? Hayır. Gerçekten orada yaptığı yanlışın 15 insanın yaşamının kaybından sorumlu olan DEDAŞ aksayan durumları gidermeye çalışıyor mu? Hayır. Bizzat kendi gözleriyle elektrik tellerinin çarpışması sonucu yangın çıktığını gören köylü hakkında gidip suç duyurusunda bulunuyor. Bu da suçlu olduklarını, nasıl büyük bir suçun paydaşı olduklarını gösteriyor. Ekin vakti elektriği kesen, ekini tarlada susuz bırakan hizmetsizliğinin karşılığını uçsuz bucaksız meblağlarla borç olarak çıkaran DEDAŞ’ın köylüyü ve çiftçiyi zulme eşdeğer olarak gördüğü bir kurum olduğunu biliyoruz. Bakın, burada meclis tutanaklarını açın, en fazla milletvekillerimiz DEDAŞ hakkında konuşmuşlardır, DEDAŞ zulmünü anlatmışlardır. Burada elektrik direklerinin tepesine sayaç çıkaran, kafasına göre fatura kesen, köylüyü jandarma ile darp eden bir DEDAŞ çete anlayışı ile karşı karşıyayız. Ama bu çete anlayışının bizzat iktidar uygulamalarından beslendiğini çok iyi biliyoruz.
 
Bütün bilimsel veriler yangının elektrik tellerinden çıktığını ortaya koyuyor
 
Elektrik Mühendisleri Odası Diyarbakır Şubesi’nin açıkladığı bir rapor var. Raporda yangının elektrik hatlarındaki ciddi bakım eksiklerinden kaynaklandığı ortaya konulmuş. Özellikle iletim hatlarında eklerin ve liflenmelerin, direkteki izolatörlerin kırık olduğu ve bu durumun yangın çıkarabileceği ifade edilmiş. Ayrıca hatların geçtiği güzergahlarda yangına karşı yeterli önlemlerin alınmadığı, direk diplerindeki otların biçilmediği, teknik bakımların yeterince yapılmadığı tespit edilmiştir. Benzer şekilde Mardin’in Derik ilçesi Xiral yani Dumanlı kırsal alanında bulunan Xofi mezrasında yangının çıkışı kameralara yansımıştır. Güvenlik kamerasına yansıyan görüntülerde rüzgar nedeniyle elektrik tellerinin birbirine teması ile oluşan kısa devreden yangının çıktığı açık bir şekilde görülüyor. Görüntülerde sürtünme nedeniyle elektrik tellerinde çıkan kıvılcımın bahçeye sıçraması nedeniyle yangının çıktığı görülüyor. Yine TMMOB Koordinasyon Kurulu da bir rapor hazırlamıştı. Şimdi savcılık hazırlanan bu ön raporu yetersiz bulduğu ve yeni oluşturulan bilirkişi heyetinin içerisinde Elektrik, Harita, Yüksek mühendislerinden oluşan 3 kişilik bir heyetin yer aldığını belirtelim. Bu heyet de ilk raporunu açıkladı. Bu heyete göre de sigortalı yük ayıracı direğine sigorta yerine iletken tel sarmalı kullanıldığı ortaya çıktı. Raporda, iletken telin koparak yerdeki otları tutuşturması ile yangının başladığı ve şiddetli rüzgârın etkisi ile geniş bir alana yayıldığı tespit edilmiş oldu. Yani bütün bilimsel veriler açık bir şekilde Çınar ve Mazıdağı’nda çıkan yangının elektrik tellerinden çıktığını ortaya koyuyor. Bu anlamıyla kamuoyuna yapılan manipülasyonların, ilk anda hiçbir bilimsel veriye, hiçbir incelemeye dayanmadan, oturdukları yerlerden anızdan çıkmıştır diyenlerin, bu bilimsel raporu söyleyecekleri bir söz var mıdır diye sormak istiyoruz. Bu yangın çok büyük bir alanı etkiledi. Büyük bir maddi kayıp ortaya çıktı.
 
Ölümü gösterip sıtmaya razı etme politikası devam ediyor
 
Asıl büyük yangın da ekonomide. Yeni vergi paketiyle halkın sofrasındaki, cebindeki, mutfağındaki yangın gün geçtikçe büyüyor. Yeni bir vergi reform paketi getirdiklerini söylüyorlar. Bu hafta içinde geleceği basına yansıdı. Aslında vergi reform paketi adı altında bir haraç paketi, haraç yasası gelecek, bunu çok iyi biliyoruz. İçeriğiyle ilgili çeşitli spekülasyonlar ve bilgiler var ama bunun aslında özel olarak basına sızdırıldığı, kamuoyunda halkın nabzını yoklamaya çalıştıklarını ve gelen tepkilere göre paketin içeriğini şekillendireceklerini çok iyi biliyoruz. Ölümü gösterip sıtmaya razı etme politikası yine son gaz devam ediyor. Şimdi bütün bu hazırlanan paketlerde vergi yükünün kime yükleneceğini de ifade edelim. Tabi ki milyonlarca işçiye, emekçiye ve bu ülkenin dar gelirli vatandaşlarının sırtına vergi yükü yeniden yüklenecektir. İktidar yoksulların, emekçilerin kalan birkaç kuruşuna da göz dikmiş durumda. Moto-kuryelerin vergilendirilmesinden, bahşişlerden vergi alınmasına, yurtdışı çıkış harcının 10 kat artırılmasına kadar birçok başlıkta düzenleme yapmayı öngörüyorlar. Evet, 22 yıldır ülkeyi yönetiyorlar, 22 yıldır rant ve talan politikalarına devam ettiriyorlar. Günün sonunda geldiğimiz nokta, bahşişe, halkın ve çalışanın bahşişine göz dikecek bir pozisyona geldiklerini görüyoruz.
 
Her bir ölümün sorumluluğu hükümetin bizzat kendisindedir
 
Biliyorsunuz, geçen hafta 28’inde Şırnak Hapishanesi’nde bulunan 34 yaşındaki Yıldırım Han yaşamını yitirdi. Kanser hastasıydı. Tedavi edilmek için Ankara’ya getirildi ve ne yazık ki tahliye edilmedi. Bu tahliye edilmeme sürecinde önce teşhis, sonra tedavi süreci aksadığı için yaşamını yitirdi. Bu süreçlerin bütün siyasi mahpuslar için olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Teşhis aşamasının gecikmesi, hastaneye sevklerin sistematik olarak yapılmaması, özellikle raporların zamanında çıkmaması, heyet raporlarının ATK’ye intikalinin gecikmesi, ATK’nin zaten tam bir düşman ceza hukukuyla siyasi mahpuslara yaklaşması ve hepsinin tahliyesi önündeki temel engel kurum olması nedeniyle siyasi mahpuslar cezaevinde yaşamını yitiriyor. İHD verilerine göre 2023 yılında 43 mahpus cezaevinde yaşamını yitirmiş. Ama buna söz söyleyen bir Adalet Bakanı yok. Buna ses çıkarak bir Adalet Bakanı yok. Bundan mutsuz olan bir Adalet Bakanı yok. Aksine bütün bunların üstünü örten, görmezden gelen bir sistem var. Biz söyleyelim, ne Yıldırım Han’ın ölümü, ne de diğer 42 mahpusun ölümü sıradan bir ölüm değildir. Hepsi cinayettir. Devletin gözetiminde cezaevinde bulunuyorlar. Her bir ölümün sorumluluğu hükümetin bizzat kendisinde, Adalet Bakanlığı’nın bizzat kendisindedir. Gerçekten bu ülkede bir gün adalet tesis edilirse bu ölümlerin hesabını vermeleri ve yargılanmaları gerektiğini ifade etmek istiyorum.
 
Tecrit yok demeyi tercih ediyorlar
 
Diğer bir mesele, cezaevlerinde devam eden tecrit sistemi. Bakın, İmralı Cezaevi’nde 4 yıl 3 ay 223 gündür aile görüşü yapılmıyor. 4 yıl 10 ay 29 gündür avukat görüşü yapılmıyor. Yine mahpusların 27 Kasım’da başlattığı açlık grevi şimdi mahkemelere çıkmama, aile ve avukat görüşü yapamamaya evrildi. Her hafta Adalet Bakanlığı önünde anneler geliyorlar, Adalet Bakanı ile görüşmek istiyorlar, eylem yapıyorlar. Cezaevi önünde her hafta aileler eylem yapıyorlar. Bu tecrit kalksın, siyasi mahpusların durumu düzeltilsin diye. Ama buna bir cevap alamıyoruz. Bunun yerine Adalet Bakanlığı gerçeğin üzerini örtmeyi, bu ülkede tecrit yok demeyi tercih ediyorlar. Eğer tecrit yoksa 35 barodan bin 330 avukatın İmralı'ya gitmek için yaptığı başvuruya neden yanıt vermiyorsunuz? Eğer tecrit yoksa bütün milletvekili grubumuzun İmralı'ya gitmek için yaptığı başvuruya neden yanıt vermiyorsunuz? Eğer tecrit yoksa İmralı'ya yapılan mektupları neden iletmiyorsunuz? Avukat ve aile görüşmesini neden gerçekleştirmiyorsunuz? Bu sorulara Adalet Bakanı Sayın Yılmaz Tunç cevap vermelidir.
 
Kürt sorununun çözüm muhatabı İmralı’dadır, Sayın Öcalan’dır
 
Bu ülkede Kürt sorunu çözülmeden ne ekonomi çözülür, ne toplumsal refah sağlanır, ne de barış sağlanır. Kürt sorununu çözmenin yolu da açık ve nettir, muhatabı bellidir; İmralı’dadır, Sayın Öcalan’dır. Sayın Öcalan’ı muhatap alarak Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünü sağlayabilirsiniz. Ülkenin dört bir yanında büyüyen siyasal ve ekonomik bu yangını söndürebilirsiniz. Bütün bu adaletsizlikler, yargıdaki bütün bu çarpıklık insan yaşamına bir başka boyuttan mal olduğunu ifade edelim.
 
24 saatte 8 kadın katledildi
 
Son 24 saatte 7 farklı kentte 7 kadın erkek şiddeti tarafından katledildi. Bu ölümlerin münferit olmadığını çok iyi biliyoruz. Biz kadınlar en yakınımızdaki erkekler tarafından her gün sistematik bir şekilde katlediliyoruz. Ama bu sistematik katliamın asıl sorumlusunun erkek egemen iktidar olduğunu çok iyi biliyoruz. İstanbul Sözleşmesi’ni kaldıran, 6284’ü etkin uygulamayan, Medeni Yasa’dan doğan haklarımızı tartışmaya açan anlayış bizzat bu ölümlerin sorumlusudur. Erkek devlet şiddeti sonucu katledilen her bir kadın isyanımızdır ve kadın özgürlük mücadelemizi her alanda büyütmeye, tek bir kadın öldürülmeyene kadar bu ülkede kadınlar olarak mücadele etmeye devam edeceğiz. Katledilen bütün kız kardeşlerimi buradan saygıyla anıyorum.”